KALEMİN GÖZYAŞI

Aralık 1, 2006

FİRUZE – ZAMANSIZ, FERMANSIZ SON ŞİİR

Filed under: şiir — iedebiyat @ 9:19 am

Vedâ ediyorum bu akşam beyâz kâğıtlara
başucumda bir okka siyâh mürekkeb
beraberinde kesik uçlu dividim
satırlarımın arasına son defâ
âlfâbemden kadîm bir harfi daha düşürüyorum
üşüyen ve boynu bükük ‘mim’in
çiğ kokusunu alıyor musun şimdi?
basit yanılgılardan kaçarken
kader diye alnıma yazıldı en hazin yenilgiler
sana uzanan bütün yollarıma mayın döşediler
beyâz güvercinlerimi vurdular, yetmedi
‘sen’ akan ırmaklarımı kuruttular, bitmedi
beni, seni terk etmeye
şiir yazmamaya adına bir daha
yeminler ettirdiler bana ey yâr!
İsimsiz bir vedâ bıraktılar bana
kısa olsun istediler, direndim
senin adın geçince mısrâlarımda
bir daha zikretme dediler, bilendim
bana çok gördüler seni be yâr,
senden değil kendimden kaçıp gittim inzivâya
hangi kanyona baksam
ikimize âit bir şeyler bulurum; yetim, yaralı, yarım.
sen cennetinde kal olur mu?
yasak meyvayı yemeni istemiyorum
bana ölümsüz bir bakış bıraksan yeter!

Bir melek indirirmiş yer yüzüne
her yağmur tanesini
senin sıran ne zamân biliyor musun
kıyâmet ne zamân, ölümüm ne zamân?
seni sordum balıklara, Yûnus (a.s) benim diye
mavi denizin ben değil miydim oysa!
Îsa (a.s) oldum yine, semâda bulmak için seni
yedi kat göğe ve içindekilere ve yıldızlara seni sordum
tanıyamadım ama, seni sana sordum
sadece ‘ben de görmedim’ buyurdun
‘benim göğüm sensin dememişmiydin’ oysa!

Son bir defâ daha düşüyorsun müzmin satırlarıma
bir kaç kelâm da sen söylesene, birkaç teselli
ben bestelenmemiş bir türkü mü olup gittim!
yazdığım şiirlere hiç sığdıramadım seni,
hayallerine sürgün edildim
nemrûdun ateşine düşünce kelimelerim
şâirler odun taşır oldu yangınıma
ama ben, senin yangınında üşüyorum
rahmet oluyor dudaklarıma taştan bir gül, yetmiyor.
sonra, bir ‘kün’ emrinde
‘berden ve selâmen’ yetişiyor imdâdıma
ve neye dokunsam güller açıyor be yâr!

Gidişimin ayak sesini duâların uğurluyor
çığlıklarım savruluyor mekânsız saraylarda
bir gözün güneş, diğer gözün ay olsa da
benim güneşimi de al yanına
ben, senin ellerinden düşüyorum toprağa
ne zamân geçirsen adımı aklından
gözlerinin boşluğuna düşen yağmur olup gelirim.
senden şimdi çok uzaklardayım belki
ama bil ki
bir daha olamayacağım bu dünyâda!
eğer bir gün gelip oturunca hasretim yüreğine
gök yüzüne bakman yeterli
sonra göğe yükselip bulamazsan izimi
kör bir akrepten al son haberimi!

Başını taşlara vurmayı sen öğretmedin mi suya
şimdi hangi cana süngü olup batar kirpiklerin
hangi şehrin mahyası olup sonra söner gözlerin?
kendine gece uykusunu harâm kılmışsın diyorlar
bu uykusuzluğun kimden arta kalan be yâr,
isyân tanımayan bakışların var ya
bana fermânsız dermân bırakman yeter bu uğurda
güller açınca rûhumda; kırmızı, beyâz, pembe
açınca güller ister gündüz olsun, ister gece
güllerden daha çok sen yakışırsın rûhuma Firûze!

Zafer ŞIK / KONYA

VE İSYANIN EN AHLAKLISINI KUŞANARAK…

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 9:04 am

Özgür bırakalıdan beri özgürlüğümü ve umudumu, yarınımı
buz kesti hayat, soğuk vurdu şefkat ve merhamete, taşıyacak gücüm kalmadı hayatı, yaslanacak, tutunacak, ve ellerim titriyor, her geçen gün yüzleri seçilemeyecek kadar yakınlaşırken yakınlarım itiraf etmek zor geliyor ben mi ağır kaldım yoksa onlar mı beni terk etti,  

bitkinim, sürünerek kurtulabilir miyim yetişebilir miyim, kan kaybederken,   artık bir tek cesedim ruhuma – ruhum cesedime yoldaş kalmışken, levhalar gösteriyor aşamayacağım kaç dağ ardında kaldığımı, sesler geliyor; akbaba bayramının habercisi, kurtların neşesi…
düşüp geride kalanları düşünce hatırlıyorum ve ilerde düşecek olanları…
umursanmadığım bu durakta ne yazık ki gülmek bile ‘acı acı’, ağlamak gözyaşısız, konuşmak dilsiz, aşksız sevgisiz, öfke yersiz…

oysa varabilseydim varmak istediğim kırmızı halılar düşüne yetişebilseydim taç giyme törenime, siyah takım elbisem, beyaz gömleğim ve kırmızı kravatım bu kadar balçığa bulanmasaydı, eksiltmeyecektim alfabemdeki   i.  s.  y.  a.  n.    harflerini, oysa yolun sonunu bilenler yolun yarısından hiç bahsetmemişlerdi ki nereden bilebilirdim revan olmadan uğrunun nisyan ve hüsran parantezinde olduğunu…

artık faydası olmayan bir sabrı değil, kimseye zararı olmayan bir isyanı seçiyorum.
haykıramıyorum, utancımdan, fısıltılar dökülüyor dudaklarımdan tutamadığım, aşk yalanmış  düşene sevda…, nankörmüş umut yitip gidene,   mutluluk çokmuş sevmeyi bilene, onca hissiyat arasında inancım bir tek hüzne, yani hiçbir zaman terk etmeyene….

yaşanan sessiz senfoni havasındaki kıyamet kimsenin ilgisinden uzak, rüzgara karşı olmalı ki dualarım harf harf dağılıp yüzüme çarpmakta, … mavisi çekilmeye başladımı gökyüzünün, karanlığa ve kararmışlığa yüz tutmuş bulutların baskın ihtilali ardı gelecek olan rahmet değildir ki bu mevsimde bilinir ki tufandır, yakındır, ve tek mevsim vardır, özlediğim nisan’ımı ararken yolumun çıktığı coğrafyada
dört ay eylül,  
dört  ay ekim  
dört  ay  kasım

acının öznesi olmuş ruha acıyan bakışlar vız geliyor artık üzerimde ilk zamanların acemiliği kalmadı ki paylaştıkça azalır yalanına kendimi inandırayım… dillendir(e)miyorum…                  ‘‘ dile kolay ’’

kaybedecek hiçbir şeyi olmayanın cesaretini hiçbir şeyim kalmadıktan sonra yüklendim, en ağır sözleri sürdüm dilimin namlusuna tetiğin parmağa yakınlığında artık yüreği ile bağlantısı kesilmiş aklımın ölümü,  kendimi son bir kez daha yoracağım, kovulduğum, incindiğim, bu diyarda ve isyanın en ahlaklısını kuşanarak…
gözlerim açık olacak, dilimin suskunluğunda etrafımı seyredeceğim inlerken dönüp bakmayanların etrafıma nasıl toplandıklarına, rövanşını alırken tanımazlıktan gelmenin hazzına en son ben varmış olacağım…
ve hep susacağım
‘susmaktan başka isyanım yok’ demiştim.

HÜSREV 

 

WordPress.com'da Blog Oluşturun.