KALEMİN GÖZYAŞI

Kasım 29, 2006

IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN

Filed under: şiir — iedebiyat @ 10:45 am

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bilirsin ki burda değilim artık
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Gelir benim yüreğimde toplanır,
Dağların üstünden sıyrılan duman.
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz,
Bir yanım karakış, bir yanım ilk yaz.
Can evime bakışların saplanır;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı.
Senden gayrısına bakmam mümkün mü;
Gözlerimi esir alan dağlardan.
Kapımı üç defa çalan postacı
Adresinde yok! Diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Eski adresimse kurumuş bir gül,
Gizemli bir ıtır, domur domur kan,
Yaba yaba yelde savrulur gönül,
Firkatli turnalar geçer uzaktan.
Dalgınlığım debimetre tanımaz,
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Birden bezeklenir sevda haritam,
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman…
Lâleler toplarım ben tutam tutam,
Bizim için çalar kıvrak bir keman.
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi,
Aşka ışık dokur kuşların sesi.
Seninle hep aynı yerde oluruz;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer,
İlkyazla uyanır derin uyuyan.
Tan sesine cıvıldaşır serçeler,
Sevdadır anlıma namlu dayayan.
Havuzuma ay ışığı dökülür.
Bilirsin ki burda değilim artık,
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Gülde çiy damlası… Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.
Bir gün Emirgândayım, bir Kanlıcada,
Üsküdarda, Beykozda, Çamlıcada.
Şehir bir hançerken kan burgacında.
Mekâna sığar mı bu deli yürek?
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek.
Baylanır, beklerken baygın düşerim;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Saçlarına pütür pütür yapışmış,
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım.
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım.
Yürek fideledim zamana ve mekâna,
Hasat vakti geldi yürek topladım.
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut,
Ey sevgili umudunu diri tut! …
Bedenim hür değil, mühlet ver bana,
Er veya geç çıkıp geleceğim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın,
Hep böyle dönüyor zaman tekeri.
Biri gider, biri gelir mevsimlerin,
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın.
Acılardan damıtırsın şekeri,
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların.
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana,
Her umut bir yoldaş, her dert âşina.
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar? …
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
BAHAETTİN KARAKOÇ

Kasım 25, 2006

D’Lİ DERVİŞ

Filed under: şiir — iedebiyat @ 10:25 am

Düş merdivenden sevi üstü düşerken
acır bilekleri basamakların.
Gözleri kamaşır ışığın
alt sesinden toprak kayan hüznün karanlığından/
ve sancısından anlığın.
Ayaz vurunca çehresine günün
Öperim dudağından grinin/öperim-
Islaktır öpüşleri havanda dövülen kederin
Alabildiğine korkaktır siyah çünkü/
Çünkü renkler utandırır ceplerinde kül taşıyan çocukluğumu.
Alabildiğine yalnızdır ellerim
Sıcaklığını terk ederim çünkü/
Çünkü ellerim kendimedir benim.
Taşlanır suyun bağrı batman bakışlardan/ins çıkınca cinden
Kirpikleri batar dolunayın göğe/
Açılır ayna uçurumun adımlarına/kapı ardı kadar boşlukta
Pencere önlerinde geceden kalma karanlık
ovar yüzümü güneşte.
Yağmur yağar/uslanırım
Mevsim ikinci el kalır hayata/göverir denizlerim.

Davul bile dengi dengine ‘çalınır’
Şiir ve gurbet akşamları tutuşturur gençliğimi/kül kadar
Akıl yaftalanır akıl hastanelerinde/delirmek emaredir bir şeylere
Peki nedir yüzlere tutulan aynanın alamet-i farika’sının sırrı? Lanet/uykunun uykusuz hali.
Başka ceset, başka ruh… bu kimin amin’i?
İlla dudaklarımı mı kesmeli tövbe?

Kuşlar ipe gerer göğsümü asma bahçelerinde
Ateş havzalarında yıkanır saçlarım/tel tel tenime asarım havanın ıslaklığını
Meryem’in gözyaşında İsa’nın gülüşü parıldar/ah ninova
Havari olmak varmış bu kış.

Çelikten gövdesiyle isyan bana başkaldırır
Kanatlanır do sesiyle la minör sanrılar/uzaktan…
Çok uzaktan/bir ah uyanır, dalgalanır acımdan içeri
‘ironi yapıyor feylesof/kimse hastalanmasın
Başkalığın diyalektiğinde ölemedim’ diye
Gömleğimde kurumuşluğu kanımın/oysa
Kimse Yusuf demedi bana.

Delilik geçicidir/ve
delirsem geçecektir acım.
Yıkasam ellerimi gömleğimle temizlenir mi aklım?

                                                                       CENGİZHAN    KONUŞ

İLK GECİKME

Filed under: şiir — iedebiyat @ 10:23 am

senden kopmak için
ille mazgallı kapımın sürgüsünü
çözmem gerekmez
adımlarını bilmemek (senli benli olan yollarına dökülen)
gözlerindeki ifadeyi es geçmek
hatta başka bir diyarı düşünmek dahi
senden kopmak demektir
senden kopmak için
ille bir dış etki gerekmez
kısarım kandilimi
çekilirim köşeme
yalnız sen görürsün beni

kaldırıp yere vurmak
nede kolay
bir çerçeveyi
ben seni bulana kadar
kaç dil yor(ul) dum
heyula çıkmazıydı hep çoğu
duvarları kimse anlamıyor
kendini ören yosundan başka
ben anladım;
arkadaşı umut
kuzguncuğa yaslanan

senden kopmak için
elveda demem gerekmez
geç kalırım
-söz verilmiş- buluşmaya

(26.06.04)
f tipi hapishane EDİRNE
 
Adem Tok

GÖRMESİN SENİ AŞK ,TÜKÜRECEK YÜZÜNE

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 10:13 am

Gel dedi bir şehir, dedi ne olursan ol, ne olursun gel, gelirken bakma ardına
…ve bıraktıklarına … yaktıklarına,  ve yandıklarına,
seslenilişleri ardından ‘gitme’leri duymadan gel,
uzaklaştıkça feri kaçan ardında kalan bakışları görmeden gel,
ve gidersem bekler misin, kalır mısın döndüğümde sormadan gel……
hesapsızca, hoyratça, fütursuzca
gitti(m)
öncekilere benzemeyen bir gidişle
…. kent kaldı ardın(m)da, ve kent ‘kara’rdı…
Günlerden bir gün
Dön dedi ‘kara’ kent, gidecek başka yerin kalmadığında, buradayım dedi, kırgınca,
Oysa ben seni eskiden böylemi karşılardım, sen böylemi gelirdin,
severdin bu kentte, sevilirdin de, 
aşk vardı, aşkın da, aşkıydın da
böylemi dönmeliydin, per perişan, ser sefil,
Sana verecek hala bir şeylerim var derken içinden geçirdi sana çok bile diye
Bir parça ekmek, bir yudum su, parça kağıt, kalem, her gün biraz da mavi
Cezalısın dedi biliyorsun. İyi halin yok,.
Eğer  ağlarsan gözyaşlarını içine akıt,
canın yanar, bağırasın gelirse içinden kopup gelen çığlıkların dudaklarına çarpıp geri dönsün,
ve bir de umudunu vereceğim ama büyütemeyeceğin
her gün bir parça koparta koparta tüketebilirsin idareli kullanmalısın.
İşte inziva hanen
gir
Görmesin seni aşk, tükürecek yüzüne
ve
Kapandı kapı üzerin(m)e….

Döşemelerin üzerinde umudun(m)un artık son parçasından dökülüp kalmış kırıntılar…
Alışılmış bir yalnızlık, göğe doğru uzanmaktan yorulmuş iki el,
Hala kapalı bir kapı
Af belki….

——————————————————————————–
Yazar : Hüsrev

AMİN DE ÖLDÜR BENİ

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 9:59 am

Hüznümü yutan suskunluklarda gözlerimin parantezine kapandım…ellerim şeytanın yüzündeydi…gezdim …ürktüm…yokluğunun istanbul´una Fatih olamadım…hezimetindeyim!…

Gidişine virgül atarken,sesinin ünleminde intihar eden noktalara kırıldım…tırnaklarımla yüzümün parantezini açamadım…kalbimi kaşıyan soruların işaretinde kimsesizliğimi astım…kelimeler can kırıkları şimdi,konuştukça kanatır,kanattıkça konuşturur…

Kalemimin mülteciğili ile göçüyorum aklının kan damlayan mededhah ve berzah yanına,sığındığım tümcelerinden yorgun bir insan silueti çıkarıyorum, “kalırsam sende ölürüm,gidersem gidişimde” diyorsun…ben her türlü ölüme yakınım…bilmiyorsun!

Suskunluğun tınısından başı elleri arasında yoklukla boğuşan bir istanbul devşiriyorum…göğsümün elma şekerli çocuğuna gudubet bir anne oluyorum…”bir daha azimetler olmayacak” desende,ciğerime düşen nar-ı közlerle gözlerimi sisletiyorum…

Şimdi hangi el yıkar benim gözyaşımdan ıslak paslanan yanaklarımı…şimdi,o içinde sen olan,beklenen istanbul çıkıp gelir mi sabahıma?-o hayatın kalın harflerle yaşandığı büyük şehir- gelmez…gelen de bendeki istanbul´a değmez!…

Ceplerimde iki bilinmeyenli bir denklem gibi taşıyorum aşkı…hiçlendikçe karanfil kanıyorum,karanfil kokuyorum…akılsızlığın ortasına ebhem bir insan gibi düşüyorum…bu beladetliğim sensin..çık gel de yüzüm gülsün!…içimin cenazesi misin nesin!…öksürde doğrulsun Nemrut bakışlı leşin!…

Dilimin duvarlarında pişiriyorum kesavet içerikli ağlayışlarımı,şiirlerin kanatlarını kırıp göğe salıyorum…gözlerimin perdelerini yırtıyorum kirpiklerinin tellerinde,eteklerimi gamzelerinde tutuşturuyorum…Haydarpaşa´da güneşe ağlayan  çocuğu kaçırıyorum,berdevam bir karanlığa düşüyor şehir…adının geçtiği bütün sokakların bedduasını yutuyorum…”hadi dön!” deme…zinhar ölüyorum!…

Şeytanın maksutunda şiirlere asılıyorum,söz kurşunlarına diziyor beni sayfalar…kalemimin cellatlığında son isteğim “sen!” diyorum…

Ağzı kan dolu beddualarla dayanır kapına istanbul,ölümümü ister…sözcükler dudaklarının titrekliğinde acı bir ağıttır…şeytan,içindeki çocukla beddualardadır…harlandıkça söndürür,söndürdükçe bitirir seni…
dışına taşar gözyaşı…
daha fazla bitmeden…

“amin!” de öldür beni!…

kasım yirmibir ikibinaltı     

——————————————————————————–
Yazar : notalone

BİR KARINCANIN AYAK SESİ

Filed under: şiir — iedebiyat @ 9:57 am

bana ‘ben’ değil
bana ‘Sen’, bana ‘biz’
bana ölümsüz ‘giz’ gerek
çok aldandım kendime
bir hardal tanesi gibi savrulurken yeryüzüne
hiç düşünmeden yasak meyvayı yerken
kaybettim mukaddes emaneti
ve kaybetmeden bir karıncanın
                          kalbindeki merhameti
bana ‘ben’ lazım değil

kudret helvasını istemiyorum
bıldırcın etini istemiyorum
istemiyorum cennetin üzümünü, narını
                         hurmasını, hûrisini
düşmeden nâr-ı cehenneme; yani karanlığın diline
el ele yürürken, geçerken köprülerden
tut kırık elimizden
her daim ‘sen’ lazımsın bize

dayanma gücü ver bize
bize sabır, bize metanet ver Allah’ım!
bir yağmur tanesi gibi
düşmeden susak ve çorak çöllerine dünyanın
bize vahayı, bize vahyini göster
her şey senden, senden
bu Nûr, bu ölümsüz huzur…
toprağa düşen yağmur yerine
denizde bir kaya olmayı öğretirken bize
‘biz’deki ‘ben’e bir daha düşürme

sır aradık, sır verdik, sırra düştük
sırra kadem bastı yediler
içimde hasretler can verir yediler şehrine
üç arkadaş, üç civanmert yoldaş
yüklenirken ağırlığını yeryüzünün
bir anda yok’u var, var’ı yok eder Allah

nerde içimdeki ‘ben’
sus, dinle! bir uğultudur gelen
kimine yakın, kimine uzak
kimine kendi hazırladığı tuzak…
şimdi sana doğru gelen bir karıncanın
ayak sesini işitiyor musun!

Zafer ŞIK / Konya

Kasım 16, 2006

ALFABENİN TANIMLAYAMADIĞI ÜÇ HARF:a,ş,k

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 10:54 am

Alfabenin anlamsızlığında üç harfti dilsizliğinin kilidi:A,Ş,K

A…düşünde kanla yoğurur yitmişliğin harmanından elde ettiğin ununu…
Ş…göğsünün kafesinde beslediğin çocuğa siyanür bir süt bırakır…
K…gözlerinini hazametine ağlak bir yaşlı kadın gibi oturur…

Yalancığın alamet-i farikasını yer dilimin eteklerinde pervasızca içlenen sözcüklerim…hazanın düşlerimi çalan yerinde yaldızlı yıldızlar gibi düşüyorum uykumun kirpiklerinde kırıldığı yere…gittiğinden beridir fesleğenleri suluyorum yeminle!…aç bırakmıyorum sokakta peşimize takılıpta gelen kediyi…

Şeytanın sözcükleri bir gergef gibi işlediği lahzada içimde bir senliği ifşa ediyorum…kalemim muhterip bir yeniçeri oluyor yokluğunun katranına…kalemim her gidişine aklımın duvarlarına bir virgül atıyor,sözleri ebedi bir türkü gibi söyleniyor mukaddes hislerinin…hayat,yüzünü tasvip edemediğim bir kelime yığını bırakıyor ellerime,benliğime sığmıyor şeydalaşan bedenim…gözlerimin ab-ı hasretinde boğuluyorum…ya güldür…ya öldür…ağlatma sevgili!…

Alfabenin tanımlayamadığı üç harfe diz çöküyor gözlerin,dilin geçmişin titrek sayfalarına soğuk bir demdeme gibi işliyor…vakitsiz bir mevsime düşüyor kuşlar,kırlangıçlar bir akbaba edasında içinde salınıyor…gelip dişlerimin arasına duruyor melankolik bir şarkı,adını tamamlayan harfleri literatürümden atıyorum…serçeler ağlayınca ölür,ben hiç gülmüyorum!…

Hezimetinden kaçarsın istanbul´un ayakların karanfillere takılır..düşersin..yüzün bana kan´ar…ayrık otları çaresizliğinin en ücra köşelerini sarmıştır…yüzünü döndüğün aynaların kırık,içine konan sevinç kuşlarının dalları çürüktür…aşk,aklında bir kelebeğin ömründen daha kısadır…

Şimalinde toprak yiyen bir çocuktur düşlerin,ab-ı haramı içtikçe içinde bir kaktüs gibi yeşerir…nereden baksan yalnızlık sanadır…gitmek,gidilenin içine bin adım yaklaşmak,bir asır onda oturmaktır…zaman gözlerinde pilli bir saat gibidir,ne vakit ağlasan durur…istanbul´un denizi suskunluğuna umman olur,gitmeyi tercih edersen eğer üç harf istanbul´a intihar kalır!…

Alfabenin tanımsızlığında üç harfti gidişinin kilidi:A,Ş,K

Gözlerime açılan kapıların kırıldı
adımların içimde ucube bir çocuk edasında takırdıyor
hadi aç karanlık kutularımı…!
çıksın yarasa kanatlı gülüşlerim!
bak gör!,ağlamak ağır geliyor işte bedenime

gelişine bir fazla veriyorum
üstü kalsın gidişinin…!

       kasım onbeş ikibinaltı


Yazar : notalone

SEVGİLİYE

Filed under: Divan edebiyatı — iedebiyat @ 10:04 am

MİHRABIM!…
Mihrabım’a uğra saba yeli,huzuruna varıp edeple,selamımı ilet,heceler yarım yamalak,heyecanlar salkım saçak…
‘’Ant olsun kuşluk vaktine…’’,kuşluk vakti onun gönlündeki vahyin ışığıdır,ve ışıklar nurunun aşığıdır.
‘’Geceye ant ederim ki…’’,O’nun saçlarını kıskanmaktan gecenin bağrı yanık;gece yarısı hasretle uyanıktır.
‘’Güneşe ant olsun…’’ondan daha kutlu bir faniyi hiç izlemedi ve yer ondan daha kıymetli bir hazineyi hiç gizlemedi.
Ahmet!…gönüller gıdası,ruhlar şifası…gözlerin feri,şerefin zaferi…dudağının değdiği bir güle bin can feda Ahmet,eline değmiş bir ele cihanca cihan feda!
IŞIĞIM!…
Göz kırpasıya Burak’ınla vardığın yere bin yılda varamazken berk uran melekler,nasıl aşkına dönmesin zeminler ve zamanlar,nasıl tutulmasın burçlar ve felekler.
Sen var iken kıblem,gök ile yerin arasında hangi varlığa adansın ya emekler,ya hangi renk ile iltica etsin çiçekler?
Cemalini gören aşık,görmeyen aşık iken nurun,gamzene rüyada olsun ermesin mi tennure kelebekler?

GÜNAYDINIM!…
Tohum versen de bize mahsul olabilseydik,kanat olsan da bize katına varabilseydik.
şarkıların ürperdiği şebnem avuçlarında Medine rüzgarlarının ışıltılı kumlarınca yanabilseydik,sana kanabilseydik.
bir kez olsun aşkınla döktüğümüz gözyaşlarından abdest alabilse ve denizine ve bir kez olsun dalabilseydik,ya denizinde kalabilseydik.
Himalayalar kadar kara yüzümüzü kara yerlere salabilseydik;bağından razıye ve marziye ilhamlar alabilseydik!

SEVGİLİM!…
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun,sen aydınlık içinde aydınlık,sen açıklık içinde açıklıktın.seninle sevgiler sevgili olu,seninle muhalimiz hale dururdu.
mühürleri kaldırmada son idin sen,can kilitlerini açmada sonuncu,gülümsesen.seni görenlerin güneş düşerdi gözünden,seni sevenlerin ışık yayılırdı
yüzünden.birer efsaneydi iki yanağın;hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve ağın.

SULATANIM!…
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı,şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların,adını gizli anıyor aşık-ı nalanların.
Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan,azad oldu zülfünün zenciri solumuzdan ve sağımızdan.
Ashabının kara kerpiçte gözsüz gördüğünü,biz cilalı aynalarda yitirdik ve yaptık düğünü.
Tedavisinde hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz,mürebbisine kin güden çocuklara hasta gibiyiz.
İnsanlık güneşe nisbet zulmete döndü,balıklar suya öfkelendi,kuzgun ete döndü;bahtımız hasrete döndü.

HASRETİM!…
Gümüş tenli Yusuf’u arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler;cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
‘’Körün elinden tutana Hak’tan yüzlerce ecir vardır!’’buyurmuştur.
kıyam et,tut körlerinin elinden ve israfilleyn kıyametten evvel bir kıyamet kopar.
Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt,yine öğüt, yine öğüt aşk tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.

ÖVÜNCÜM!…
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti,gün geçti…akşam oldu,düğün geçti…ve gece olmadan,Yesrib’in güneşi,kerem kıl,tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin ve artık getirdiğin kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin!
Kalbimizi kaydırmadan,bize onu haşre dek baki kılma ruhsatı ver ve yalın unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza,belleklerimizin tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma yeter.
Gel,son kez ilk baharımız ol!.bu mevsim güller incitilmesin,gamküsarımız ol!..

ÖMRÜM!…
Taha ve Yasin aşkına…
Öncesinde Senin aşkın yoksa neye yarar ölüm.

İSKENDER PALA

Kasım 8, 2006

İSTANBUL HAYAT MISIN BANA ÖLÜM MÜ?(vurgunum)

Filed under: Resimlerle şiirler — iedebiyat @ 12:10 pm

“DİRİ TUTUN KALBİNİZDE ÖFKEYİ” ( Yolcu Dergisi )

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 8:12 am

Bu ülkede başörtüsü sorunu diye bir sorun yoktur! Bu ülkede mesele insan kalitesidir! Salt aklını kullanarak işleri düzene koyacaklarına inananlarla, kalbiyle düşünen ve akledenler arasındaki çelmişkidir bu! Genç kızların saçlarını göstermeleri kadar basit bir duygusallıkla vatan kurtardıklarını sananların küçük beyinlerine kazıdıkları faşist şablonların bir ülkeye nerelere getirdiklerini seyrediyorsunuz.Sizi gördük ve iliklerine kadar tanıyoruz bayım! Kudretiniz mazlum milletten emdiğiniz güçle kaimdir. Ve kuvvetiniz aç ve aciz bıraktığınız bu halka yeter!Haydi savurun bakalım tehditlerinizi bir kerecik olhsun efendilerinize! Global dünyanın basit ve sıradan bir figürü olmaktan öte nedir ki şahsiyetiniz! Utanma ve ar perdesi yırtıldığından beri yüzlerinizden herşeye vurdumduymaz ve aymazsınız. Kaç dolara tekabül eder kasılmalarınız? Bu toprağın çocuklarına ekşittiğiniz suratlarınızın dünya piyasalarındaki değeri nedir bayım! İstediğiniz başörtüsü müydü? Bakın yüreklerimize kazıdık onu! Bakın ve çıldırın! Ve her şeyden önemlisi unutmamayı öğrendik. Ve hiç bir şeyi unutmayacağız! Çocuklarımıza öğreteceğiz ve işaret parmaklarımızın ucunda olacaksınız! İşaret parmaklarımızın menzilinde! “Bunlar” diyeceğğiz; “Geleceğimizi soyup, geleceğinizi karartmak isteyenler” Tanıyın bunları, çok iyi tanıyın; ” Tebbet yeda Ebu Leheb!” Haydi her şafakta ve her gecede tekrar edin; ” Tebbet yeda Ebu Leheb!”Bir gün yargılanacaksınız. İnsanlığınıza ihanetten yargılayacak sizi vicdanlarımız! Hükmünüz verilecek ve ‘değmez’ diyeceğiz! Boş kütükler gibi yıkılacaksınız kahrınızdan. Musa’nın Firavunu muhatap kabul ettiği kadar bile karşılığınız yok bizde. Sizden yana baktığımızda gördüğümüz loş ve koyu bir karanlık!

“Geri dönün, dedi Musa; O kibirlenmekte olanlar size hayat hakkı tanımıyorlarsa, geri dönün ve evlerinizi gelecek için hazırlayın!”

Biz hazırız, evlerimiz hazır!

Haydi kalpleri diriltmeye!

Ferhat KALENDER

Sonraki Sayfa »

WordPress.com'da Blog Oluşturun.