KALEMİN GÖZYAŞI

Ağustos 16, 2006

AŞKA YAKIŞAN SUSKUNLUK

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 10:00 am

bakıp
bakıp da duvardaki sayılardan
vuslatlar umardı gözlerim
uçlarında beklenmeye değer
ertelenmişlikler taşırdı akrep
ve yelkovan
içimde dönen
iki keskin bıçağa dönüşmeden önce

bilinmezliğin doğurgan boşluğuna
uzandıkça kolları zamanın
suskunluğun
yüzümdeki şehri yıkayan
sağanak yağmurlar gibiyken
gözlerinden od düşmüş
can olur taşıdığım
bıçağa direnen dudaklarınsa
yargılanmadan ödediğim cezamın
onay mührü
ve suskunluğun
bir cümle gibi başlayan hayatımın
noktası olur

ey ahraz sevdamın dili
bütün masal kahramanları gibi bir gün
ve kendi masalımın kahramanı olarak bugün
hiç bir iz bırakmadan yaşadığıma dair
gitmeli(mi) yim

oysa bilmelisin ki
hiç yakışmadı böylesi
ayrılık dediğin
aşka yakışır olmalı
ve denk olmalı ölüme
 
Cafer Petek

Ağustos 14, 2006

ŞAİRİN ÖLÜMÜ

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:41 am

Nazir Akalın ve Zemçi Çetinkaya’ya 

Bir daha konuşursam kılıç düşsün dilime
Kessin kızgın başımı, vadilerin çığlığı

İşte tam zamanıdır, ölüm denen yağmurun
Düş ey yıldırım artık sessizliğin kalbine…

Şimdi deli bir mavi akıyor damarımdan
Düşümde saklıyorum ol Şems’in hayalini

Alnı geniş tabutlar, sığar mıyım dünyaya
Kandırdı hayat beni, Rabbim, sesim kısıldı

Bu nasıl uykusuzluk, karbeyaz gözüm nerde
Ölürsem ıssızlıkta sağım-solum yalnızlık…

Arttı kanımda pıhtı, düşüyorum boşluğa…

    Özcan ÜNLÜ

RUH VE ÇARMIH

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:36 am

ben burada böylece bilmem kaç asırlık
tortusuyla ölümün tazelenen gülümsemesi
ve kimin parmakları kana uzansa kırılan
damardan kalbe yürüyen elmaslı aynası
sorguçlarda kaftanlarda dolaşan korku güvesi
ben burada böylece ölümün nefesi olarak

ah işte buyrukları sarı hazırlayan şimşek
dişlerinin hırsında bir melekle öpüşmek
gibi asırlarla devrilen asur akşamlarını tek tek
dolaşıp güne eren dolaşıp iğri bedenler deren
o ıssız o üflemesiz dirilten boruların sahibi kadın
o ıssızlığın ortasından parmaklarını geçiren

kitaplar inmede gökten direnen bir tabaka
yargıcın oyulmuş gözleri çarmıhın çivisi ağzında
hangi romalının şalını atmışsa omzuna ipekten
ve kozadan ve kutsalın kesik başlara öğütlediği
minderinden yahudi doğruluşlu karnı gergin
doğrulmaktan utanan ve asırları sıçrayan hamle

sen medeniyet bilgisi koyu kızıl kara dut şarabı
eğilirken boynunu müşrik sulara ak gösteren
putlara bilenen baltanın yönünden ibrahim
kurbana bilenen bıçağın ağzından ismail kaçıran
sen altın bilekleriyle gökyüzü eğiren kadın
sarsılan kanını ruhumda temizleyerek yükselen

ben burada böylece bilmem kaç seferlik
atlarını ve develerini hızlandıran coğrafya tozu
sarayı ve haşmeti çığ gibi örten kemiğe dayanarak
yalandan ruha uzanan köprülerini atarak senin
ölümün fotoğrafına senin gözlerinle bakarak
ben burada böylece kanını ayakta tutarak

ve iki şehrin arasına sığınan mağaranın yüreği
kelepçeli kadınları ağır yalnızlıklar korosunun
yakılan kamp ateşi evin ve aşkın boşluğunda
çan sesiyle açılan rüyanın taranan saçı ve kokusu
şöhretin iğrenç ağızlı tavşan kuş bakışlı kumralı
senin kaburgalarından sızan nakış ölüye ve kine
    
Bahtiyar ASLAN

YEŞİL DENİZ MAVİ GÖK

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:31 am

Bencileyin bir şehzadebaşı akşamında
lirik söylemlerden demetler arzederek
yıldızlara ramak kalmışken kırılmıştım
intihar girememiştir hayatıma hiçbir zaman
sevda ah sevda yüreğin vazgeçilmez korkusu
inanız sarsılmıştım.

Sevgilinin adı ilahi bir fiilden alınmış olabilir
deniz çağırabilir olur olmaz bir fırtınadan sonra
aklı ve yüreği ortaya koyarak
müthiş acıları da taşıyarak hayatına
zincire vurulmuş bir mahkûm gibi
kendinin ekseninde
muzdarip ve uçkun
yaşamak.

Güneş iki gökdelenin arasından batıyor
deniz çekiyorken aksini derinliklerine
pol ve virjin hicran yarası olarak
gecenin içinden kapkara bir gemidir karadenize açılıyor
karşı tepelerde ayrı dünyaların ışıkları parıldamaktadır
acıyla şekillenen yüz hatlarından cesaret alarak
intiharı kabul etmiyorum. 

Aşk var mıydı karasevda var mıydı
romantizm nerede kalmıştı
diyelim ki bilgi çağında yaşamaktayız
denize dökülmüyor gözyaşları
gök yarılmıyor
öyleyse kalbini tut ve kendini bırak
yıldızlara merhametle bak
karıncalara derinlikler sun
serçe kuşuna acı
zeytini tefekkür et
aşkın azgın dalgalarıyla savaşa gir
bütün serinlikleri kuşan
ölüm orada kalsın.

Doğu gizemli olan saltanatını sürdürüyor halâ
aşk dağlardan koparak gelen rüzgârlarla
alıp götürüyor leylayı oralarda
yani vuslat her halükârda derin izler bırakarak
acılar sunarak oluşmaktadır
hırkası olmayan derviş nefsini öldüren kahraman
erotizmi yok olmak fiilinin başına koyarak
biten bir günün son kızıllığında
batışından sonra yani güneşin
acıyla şekillenen yüz hatlarının
yiten eksilen yok olan aslında
ad ve semud; ibretler kitabından bir sayfadır
denize birlikte baktığımızda daha net olarak
intiharı kabul etmiyorum.

   Nurettin DURMAN

MEVLÂNA İDRİS

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:16 am
Bazı insanlar söylediklerinden ibarettir
Bazı insanlar söylemediklerinden
 

Ağustos 12, 2006

YAZILDIĞI GİBİDİR

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 10:07 am

“bulduğunu bilmek” peşinde güzelleştiren bir simyanın kokusuna dalıp ayıklığın sarhoşluğu geçtiği uçarılıkta yani gülmekle ağlamak fiillerinin aynı olduğu bol oksijenli koridorda koşa koşa gittik Emirgân’a. Zaman zaman yere değen hattâ yerde sürünen bir hırkanın toprakta çizdiği kavisleri izleyerek. Hafif sarı seyrek ve kısa sakalları ve saçları. Gözleri mavi. İki çarpı altmışüç yaşında ve baktığı yer tüm yeryüzü ve uzay sonsuzluğu. Yerde gökte rüzgarda ve denizde, kimi zaman Gülhane’de güvercin donunda. Üsküp’ten gelen konukla beraber çıkmışlar Fatih’ten. Doğru Emirgân’a.

Göğüs göğüse sustular
Tam on beş gün
Şems kim Mevlânâ kim belli değil
Ve ne için bu düğün

Ne olduysa o onbeş gün
Oduncu Veli Fatih’te görüverdi
Üsküp’teyken Üsküplü’yü

Kudüs’ten Kahire’ye oradan Rumeli’ye geçmiş bir garip adamın bakışlarıyla yangına vermiş varını meğer var da yokmuş. Yürümeye dahil uçmayı öğretmiş. “Drama’nın içinde ederler Pazar” da aman divit kalem noktalar saçar. “Noktacı hoca” şahın dükkanında neler neler sattığını yazar. O mu yazar “irade-i şahane” mi? Ne diyorum ben: Esirgemenin göz altındaki mor halkalarını. Bir de yüz yüze devretmek için hazinenin anahtarlarını, doğru Emirgân’a.

Tam onbeş gün
Göğüs göğüse sustular

Yol yorgunu ayaklarımızı sıvazladık. Ufkumuza kara çalan şeytanı bıraktık bir yana, bir anının çaktırdığı şimşekle doğruca Emirgân’a.

      Mürsel SÖNMEZ

  

İNSAN KISADIR

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:53 am

Babaannem derdi ki: İnsan kısadır oğlum
ve bilmezden gelir kısalığını, bilseydi
yarışmazdı yollarla, göğe evler yükseltmezdi
Nazlı babaannem sözü de uzatmazdı ısrarı da
az söyler, usul böyle, bir söylerdi bir de
adamın kötüsünü piyade, sözün fazlasını şiir
yaparlar  derdi, piyade olduğumu da gördü şiir yazdığımı da
küçücük bir büyük anneydi, onu yitirince
anladım kısacıkmış her şey, insan kısaymış ağaçtan, ikindiden
elmadan, güneşten, kardan, yağmurdan,
gölgemiz bile bizden uzunmuş, ya çocukluk
o da rüyasından kısaymış meğer, sanki altı kardeş
nöbetleşe rüya görsek hepimizden bir çocukluk belki
çıkarmış,  bu dünya bir pencere türküsünü söylerdi de
anlamazdık, bu dünyaya alıştık, şimdi zor geliyor
dünyadan gitmek, bazen rüyama geliyor, kısacık
kalıyor, bir gülümseme  kadar. çok uzatma diyor
şiiri  kimse anlamaz ve ömrün de uzamaz bundan,
insan yanlışlarıyla büyür, aşkı uzun boylu sanırdım
anladım ama, ne zaman harflerinden de kısaymış aşk,
bazen yazıncaya kadar geçiyor, bazen zaman alıyor
aşkı içimizdeki ormandan kurtarmak aşk kısa, şiir uzun,
sözgelimi bir ağaç kaybolsa da orman yine orman,
ya bir harfi kaybolsa, zaten kaç harf ki insan.

    Haydar ERGÜLEN

BANA KALIRSA KUŞLAR

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:44 am

Minarenin gölgesinde orta halli beş ölü
Beşi de ölü
Sadece vurulup düşerken görülmüşler
Usulca çekilen tüyler arasından,
Soyunup peş peşe yatağa düşer gibi
Kuşların uçtuğu dallara gömülmüşler.

Yapayalnız bulmuşlar seni bir alfabede
Her seferde bulmuşlar…
Göğe doğru kaytarıp imladan kırmak için
Uzayıp giden kuşların peşlerinden
Alıp başını şöyle resimdeki kuzeye
Alıp başını şöyle hiç kalkmadan yerinden…

Ufak bir ayrıntıdır düşüncelere konan
Bana kalırsa kuşlar, nerden baksan sessizlik
Ulaşılmaz hayalin burçlarında,
Uçuşların en eski örneğidir
Yükseltir bayrağını göğe doğru yokuşlar
Kanatlanır da acım, ben yerimde duramam
Bir meleği düşlerken,
Bana kalırsa kuşlar.

   Hüseyin AKIN
 

GÜZ YORUMCUSU

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:40 am

Eylül işte değiştirerek geliyor
 Eziyor hırpalıyor sonra da coşturuyor beni
 Yeni bir haz olarak hayatın sonbaharında gizli
 Sarışınlık kokuyordu diyerek
 Daha iri bir nokta koymadan cümlenin sonuna
 Nureddin Durman

Neden susayım usta, kırmızı bir gök yağıyor üstüme
Dörtnala içiyorum rüzgârın soğumuş yapraklarını
Göğsümdeki âteş düşüyor soyunmuş dudaklarıma
Savurup atıyorum taflan yemiş çocukları, alnımdan
 
  Yürü yürü çoğalıyor eylül denen yol,
  Geçiyor eşiklerden yağmur kokulu iki sevgili
  Birdenbire uçuruma düşüyor simyası yalnızlığın…

Islak çöl ıslıkları yapışıyor moraran parmaklarıma
Eylül denen ölüm çiçeğine asılı son nefesim, usta
Kurşun yemiş düşlerden tanıyorum hayalifener çocukları
Sesime katık yaptığım hüznünden, içime batan aşk teknesinin
  
  Çıkarıp atıyorum zehirli çığlıklarını coğrafyamın
  Bir sonbahar aynasında unutuyorum yoksulluğumu
  Alışıyorum toprağa bulanmış karanlıklara, serin sokaklara…

Hüzün akşamlarında dökülüyor bütün sırlarım usta
Kalbe yıldırım süren hemzemin geçitlerde
Ve ışıktan sesleriyle ölüyor bahçedeki çiçekler
Küskün bir zambak sığınıyor üşüyen dar kapılara

  Kapanmış pazarların titreyen meydanlarında yani
  Uğultulu bir ihtilal sabahında düşüyorum sayımdan
  İçimde kuşların sessizliği, bahçeye koşan korku…..

Ben ölürsem, kim taşıyacak onca gök gürültüsünü
Kim toplayacak uçarı şimşekleri çocukların kalbinden
Kıyılarına vura vura kim yürüyecek lodoslu dalgaların
Devrik sokakların, boynu bükük balkonların ve ağaçların

  Lezzetli güz sofraları çekildi kursağımdan usta
  Yarıda bırakılmış sevincim yokluk mülkünün yoldaşı
  Ateşler içinde yanan güller ve hüzün soluyan kuşlar…

Ölüp ölüp dirildim, yağmurla yıkadılar cesedimi
Sağnak yemiş caddelerde kayboldum, güngörmüş kentlerde
Unuttum gazel bakışını poyraz toplayan sevgilinin
Gözlerinin limanına demirledim intihar yüklü bulutları
  Ellerimle topladım dengini yazıklı şarkıların, usta
  Ağlayan duvarlara bırakırken muammalı notaları
  Küçüldü gözlerim, bildim eylülün sarışın mahzunluğunu

Bir hüzzam şarkı gibi çekildim bütün surlardan
Yarı uçuk çarşılarda dağıldı camdan şarkılarım
Eylülün sırrında kaldı bakışı şefkatin, merhametin
Yokluğu kemiren çocuğun destan okuyan gözleri bir de

  Çamur içmiş adımlarım kaçıyor paletlerin ağından
  Şimdi sana usta, bu hüzzam şarkıyı bırakıyorum
  Hüzün mü? Hâlâ mümkün! Ben çekip gidiyorum…

       Özcan ÜNLÜ
 

EYLÜL GAZELİ

Filed under: Edebiyat Bülteni Şiir Gecesi — iedebiyat @ 9:19 am

karanlığa girende duyulmaz oldu şafak sözleri

ifşa oldu sırrımız pazarlara soruldu sevda sözleri

ufukta dağılmış berraklık sinelerde esenlik yok

umut tutuk, söz yitik, vefâ  uzak, sis içinde özleri

yıldızlardan söz açmak, bulutlarla yarışmak anlamsız

dağlar duman altında, avaredir kalabalığın fettan gözleri

pınarlar kurudu, ceylanlar dağıldı mecnun’dan eser yok

adı kaldı leyla’nın, elimizde aşkın binbir çeşit yüzleri

fikir dediğin işporta malı haraç mezat tezgahtar elinde

toprağa düştü hakikat, uzlete çekildi  ehl-i dilin dilleri

granitten yüzler yayıldı âleme, tebessümden bîhaber

maskeler buluşur aynada, dağılır aleme ahenksiz sesleri

anılar derlesem tarihe yaslanarak geçmiş zamanlardan

acıyla kavrulur yüreğim doldurur semayı hazan türküleri

karanlığın koynunda yorgunluk, dağlar ağır uykuda

şafağa ayarlı zamanlar saklar bahar kokulu seherleri

kuyuya mı düştün ey yusuf ne söylenir durursun

bir eylül yolculuğudur uzayan, geriye kalan izleri

                                   yusuf şahin

Sonraki Sayfa »

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.