KALEMİN GÖZYAŞI

Aralık 15, 2006

HİÇ PERDELİDİR HAYAT

Filed under: otuzuncu harf — iedebiyat @ 11:03 am

hiç perdesi yoktur bu oyunun. yani en büyük oyun perdesiz girer gösterime. birileri oyuncu olur, birileri seyirci ve birileri de kahraman olur. geriya kalanlar ise roller.

hayat bir oyundan ibarettir*(h.ş.m)

neyse şimdi oyun başlıyor ve açılsın perdeler. pardon açılsın gözler demek istemiştim.

birinci bölüm:

Soğuk havalar içine işledikçe insanın, içinde sıcağa yer kalmaz derler. Oysa her soğukluk bir kısım sıcaklığı barındırır bağrında. Bazen hayata karamsar baktığınızı söyleyenler olur. Evet karamsar olduğunuz zamanlar vardır. Çünkü karamsar olmanızı gerektiren her ne varsa, istemeseniz bazen dimağınızdaki misafir olmak ister.

Ben bu satırları yazmayı düşünürken dışarıda yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Çantamda sahip olduğum tek felsefe kitabım ıslanmaya başlamıştı bile. Felsefe hocamız: “felsefe hayata bakıştır.” derdi. Evet şimdi hayata bakışım ıslanıyordu. Aslında bu havalarda halice karşı, elimde bir sigarayla ıslanıp hiçbir zaman benim olamayacak, haziran sıcağında bir deniz meltemi gibi serinliğini suratıma çarpan o mehtap kıza şiirler yazmak isterdim. Ama ardı arkası kesilmeyen sözlerim, onu ifade etmeye gelince adeta kısırlaşıyordu. İşte biraz da bu yüzden karamsar olur insan.

Birine aşık oluyorsun ve gizliden sevmeye başlıyorsun. Aşk doğuyor usulce ve büyüyor. Aşk başlar derdi bazıları. Ve ben onlara aşk başlamaz, aşk doğar derdim. Aşk doğar, aşık aşkı büyütür ve aşk yaşar aşık ölürdü. Bu hep böyle sürüp gidecekti. Yani toprak bir göbeklik kapı açacaktı bağrına ve içine alacaktı aşıkları. Hiç kimse aşık olayım diye özel bir çaba sarf etmezdi. Aşkın kendisi gelip onu bulurdu. İşte aşk doğmuş ve aşık olmuştun birine. Ah bir karşısına çıksan da dolu bir sesle bakar mısınız desen. O da baksa ve göklere meydan okuyan bir cesaretle, tek celseyle aşkı anlatsan ona. Belki karşılık vermeyecektir senin bu sorgusuz teslimiyetine. Kim bilir belki de rahatlayacaksın. Bütün pembe hayalleri anlatacaksın ve ilk defa birine sevdiğim diyeceksin. Ama bunların hiçbirini yapamayacaksın. İşte biraz da bu yüzden karamsar olur insan.

Her sayfası uzun gecelerin bitmeyen hasretini anlatan mektuplar yazacaksın. Her sayfaya ey platonik sevgilim diye giriş yapacaksın. Tabi gönderilebilecek bir adresi olmayacak o mektubun. Sanki kendine yazmış ve kendine gönderecekmiş gibi olacaksın. Ağlamak isteyeceksin ama erkekler ağlamaz diyerek ondan da vazgeçeceksin.

burada hayatı farklı bir yöne çekmektedir yönetmen. ve durup bir anlığına gözlerini açıp kapatacaksın

ikinci (b)ölüm:

İşin en kötüsü sen birine bu denli aşık olmuşken, sömürü sevdası bin ladinler yaratıyor ve enkaz haline getiriyordu şehrin en lüks mekanlarını. saray Bosnalara inşa ediyor, Mostarları telef ediyordu tek dişli ucubeler.  Aşk ve nefret duygusu bir arada büyüyordu. Kadınlar, Allah için ölümleri arzuluyordu Ebu Gureyb’in küf kokan sabahlarında. Ve aşık oluyordun sen, aşık. Bir kez daha yenilmek istiyordun. Başaramayacağını bile bile aşık oluyordun, ve kendi kendine:

“Hep denedin

Hep yenildin

Olsun

Yine dene

Yine yenil

Daha iyi yenil.” diyordun. Her defasında daha iyi yeniliyordun.

gözlerini kapatarak perdelerini kapatmışsa hayatın, belli ki oyunun bu bölümü hoşuma gitmemiştir. yönetmen anlar kapanan gözlerin manasını.

üçüncü bölüm:

Bak işte o kız yine geçiyor. Başını önüne eğip, günah surlarının içinde: “ tövbe Allah’ım tövbe” diyerek önünden başka hiçbir yere bakmayan kız. Onu ilk defa dışarıda görüyorsun. Git bu defa durdur ve de ki: “ey günahın kendisine yaklaşmaktan utandığı kız! Beni seviyor musun?” Sakın seni seviyorum deme. Olsun: “git Allah’ın belası” desin. Olsun, ne derse desin. Ama olsun git ve yağmurla beraber söyle. Hiç yüzüne bakma. Hiç gözlerine bakma. Sadece söyle, söyle, söyle… zaten o seni sırıl sıklam görünce aşık olduğunu anlayacaktır. “ama dur gitme.” Diyorsun ve onca cümlenin arasında sadece gitmemek kazanıyor ve sen yine üşüyerek yoluna devam ediyorsun ya, biraz da ondandır karamsar olur insan.

Parasızlığın, ensesinde kötü nefesiyle dolaştığı bir insan olursun kimi zaman. Kantin sırasında hep birine hediye edersin sıranı. Yine tost kalmadı diyerek aç kalırsın bir öğle arası daha.olsun dersin –saat on ikide- akşama ne kaldı ki? Daha sonra kapıdaki kitapçından en ucuz kitabı almak için pazarlık yaparsın kitapçıyla ve onu da alamazsın.

Kentin en dar sokaklarında en geniş halinle yürümeye başlarsın. Biri çıkıp karşına nereye gidiyorsun diye sorduğunda verebilecek hiçbir cevabın olmayacak bunu da biliyorsun. Ve gidiyorsun… aslında durup bir an kendine: “dur aslanım dur! aslan aldatmasın seni. Ve unutmamak lazım ki sürüden ayrılanı kurt kapar. Dön ve şu kocaman sürüye katıl. Dur çünkü aradığını bulamayacaksın. Dur çünkü bu yol ölüme gider. Dur çünkü saçmalıyorsun. Dur çünkü, dur işte çünküsü yok. Dur sadece ve gitme.” demek istiyorsun ama ne yazık ki inatçı ayakların dilini bir kez daha yeniyor da öylece kirli yolları kirletmeye devam ediyorsun.

Ve yağmur hala yağıyor. Şehre inat, gözyaşlarına inat, türküye inat ve her şeyden önemlisi aşka inat yağıyor. Bir bakıyorsun ki kente düşen rahmet damlalarından sen pay almamışsın. Kenti baştan başa dolaştığın kaçıncı turdur hatırlamıyorsun. Hava açıyor daha sonra. Güneşin batışıyla da kuruluyorsun bir tepeye ve dolunayı izlemeye koyuluyorsun aşkla. “bu bizim ortak noktamızdır. O da şimdi başını kaldırsa fezaya bunu görecektir” diyerek, aşkını anlatıyorsun dolunaya. Yağmur durmuş olsa da içerinde bir tufandır taşıyor. Fırtınalar bir dinse kim bilir kimler inecektir yüreğindeki Cudi’ye. Ama ne fırtınalar duruyor ne de Cudi’ye birileri iniyor.

İşte bir yitirilmişe aşık olursun, bir kayıp yolcuya, bir asiye, bir tövbekara ve bir insana aşık olursun. Aşık olursun da bir türlü açılamazsın. Aşık olmak güzeldir ama aynı anda içerinde nefreti besleyen kalleş savaşlar olmasa. Çünkü böyledir asıl sevdalar diyorsun da sevdiğin kıza bir türlü sevdiğini söyleyemiyorsun. Çünkü hala içinde birilerine nefret besliyorsun. Nefreti öldüreyim diyorsun ama onu da öldüremiyorsun. İşte sevdiğine açılamamanın sebebi de bu. Yoksa cesaretsizlik değil. Değil, değil de işte biraz da o yüzden karamsar olur insan.

şimdi kafalar karışır. oyuncular seyircilerden yardım bekler. yönetmen müdahale edip son kez kapanır gözler

son b(ölüm):

kaçıştır… kaçmak ister herkes.

seyirciler çaresiz ağızlarla: “eynel mefer”*(kıyamet-10)

gözler kapanmış oyun bitmiştir……

YÜKSEL GÜNGÖR(ALINTI)

YER(SİZ)YÜZ(LER)

Filed under: otuzuncu harf — iedebiyat @ 11:02 am

“Avuçlarınızda kilitlendirdiğiniz pâk suskunluğumu pörsümüş gecenizin beyninde hortumlarken, aldatabilmeyi meziyet sayan cehlî arzularınızın kara listesine harflerde saklı kalan adımı kazımanıza izin vereceğimi mi zannettiniz!Aldanmışsınız!”

Ben sizin için kaçıncı kefendim kim bilir…Giydiğiniz gibi çıkartmasını da bildiğiniz cinsinden. Hangi kiralık seferde terleyebildi elleriniz.Kim bilir…Sürüklediğiniz gölgelerden usanmanın ardından, gidildikçe değişen yollarda süründüreceğiniz bir  püskül seçtiniz hem de sizin için çok sıradan olan….

Sürünen de sizdiniz süründüren de.Bana rast gelmemeliydiniz.Belanıza terslenmelisiniz.Size heva olmadım çünkü…

 

Vakit gecikti.Kendi ellerinizle beni “kayıp”ettiniz.Ne önemi var ki!Farkedilemeyeceğim.Ölmeyi beceremediniz ki hissedebilesiniz yokluğumu…

Şu meymenetsiz dünyanın rotasından çıkamamış  pehlivan(lar)!

Dualarıma aykırıymış gerçek(lik)leriniz. “Düş”tünüz.Düşündürürdünüz evvel zaman içinde…Çıkaramadığınız maskenizi düşürdünüz şimdi ellerim  en narin çizgisine.

 

Acıyorum.Acıyorum.

Sadece acıyorum size!…

Asırlar boyu yılanlarla yattığınız mağaradan ümitlerime cirit atmayı nasıl becerdiniz!Neden seçtiniz beni!

Zâhiri saten sözcükleriniz yol alırken derin uykularıma,hoş geldiniz savaş meydanıma!.Yanılgılarımla yüzleşiyorum siz yer(siz)leşirken.

 

Nereye giderseniz gidin!Kurtulamazsınız yamanlığınızdan.Samimiyetimin en sakin limanında;acıyı taklit etmeksizin öz(üm)serken hicranı;  siz dillerde dolandırılan aşkın lehçesiyle mukabele ettiniz yeminime.

“gölgem bir yerlere battıkça batar

 çıt çıt kesilir gözyaşı .

sancılardan ayrılır ağıtlar.

gözümün ağrımaya başladığı ilk ve son durak;kalp!…

Çağlayan ihtilaller ve azarladığım hülyalar!

 

Kuru vedalarınız ellerime tutuşturduğunuz en bozuk oyuncaktır.”

Ve bir parola;

Kronik Vak’a;Beni sev-miş-miş-miş…tiniz.

“Alnımın tam ortasında pıhtılaşan kan

Ve güneşe hayıflandığım an!

Kulağıma fısıldadığınız heyûla gibi yalan…

Saf tenime niye nefisiniz çarmıhladınız!!!Lekelenmedim,lekelendirmedim de.Siz tükettiğiniz nefesinizi boş yere!Günahınızı taçlandırmamalıydınız.Hatalıyım,biliyorum.Hayalimin varlığına inanmak isteyişlerimle.”

Hayatımın doruk noktasında titreşirken çenem,eşarbıma katıştırdığım belemir kokusuna tutunurken sağ elimle,ezanların salalarına firar ederken bana ait olmayan her şeyimi bırakıp hüznümü kuşanırken vefada,siz korsan bir kalp sundunuz tarlanıza!

Ve  küçüldünüz ; anlamınızı diktiğim gözlerimin bebeğinde.Anlamsızlaştırdınız!

 

“Eksilen de siz ,eksilten de.

Değer biçtiğim halde değersizleşen de…”

 

Ben masallarla büyütülmedim.Yalanlarla mı eğitilmeliydim!

 

Köşe bucak yangın.Birbirine dolandı kanatlarım.Kibrit siz ! Alevi sesim…Kül kül koksanız da sönmeyeceğim.Beni rahat bırakın da kendi kendimi ısıtayım ve kendi kendime söneyim…

 

“Son “demiştiniz bana…işte Son!

Terkedin beni şimdi! Vefasızlığınızı sonlandırın.

 

Ve Ben;ne melektim ne de şeytan.Kıskacınıza almaya çalıştığınız  kırmızı başlıklı bir kız!Sükûttum.Zedelendim.Aşka değil âşıklara güvenimi yitirdim.Çürük daldan manalar kemirmeye meyletmişim.Yarab!Ne kadar da körleşmişim.

Zihnimi cepheleyen(ler)

Kalbimi hedefleyenl(ler)

Boşuna gururlanmayın.

Fethedemediniz!

İnancımı yâr etmedim size, etmeyeceğim de!…

Ve siz!

 Kıymet verişlerimi mantıksızlaştıran ,dualarımda bile güvenimi sarsan kıyamet!

Uçurtmalarımın intiharısınız!

Gönül rahatlıyla gidin şimdi!Gidebildiğiniz yere kadar!…

 

gulistanbul

YUSUFUN GÖZLERİ

Filed under: otuzuncu harf — iedebiyat @ 10:57 am

Şimdi bana vahadır Yusuf’un gölzeri. Sonra sonsuzluğumdur; gene Yusuf’un gözleri. Hem sığındığım hem kaçtığım; hem gülüp hem ağladığımdır Yusuf’un gözleri. Kalbimdeki acı, Yüreğimdeki sancı, mahşerde davacı; Yusuf’un gözleri…

Bana sanki kurşun, Yusuf’un gözleri.

içimde bir kuyu, Yusuf’un gözleri. Kuyudan kurtuluş, Yusuf’un gözleri…

Hapsolduğum zından, Yusuf’un gözleri…. Özgürlüğüm benim, Yusuf’un gözleri…

 İçimdeki Korku, Yusuf’un gözleri…Korkudan emin olduğum, Yusuf’un gözleri… Kaybolduğum umman, Yusuf’un gözleri… Tutunduğum davam, Yusuf’un gözleri…

Sustuğumda nara’m, Yusuf’un gözleri…. Haykırdığım Sessizlik Yusuf’un gözleri…Bakınca gördüğüm, duyunca baktığım, görünce kandığım; Yusuf’un gözleri…

Koklanmamış bir gül, kurumayan diken, açmamış gonca; Yusuf’un gözleri…

İstenince verilen, sevince istenen Yusuf’un gözleri…

Yakub’un ağladığı, Züleyha’nın yandığı; Yusuf’un gözleri…

İçimdeki sevda Yusuf’un gözleri… İmanımda dava Yusuf’un gözleri… İffetin Sembolü Yusuf’un gözleri… Güzellerin güzeli, Yusuf’un gözleri…Hakka adanan Yusuf’un gözleri; kendini adayan, gene Yusuf’un gözleri.

Herkesin Görmediği, görüp de bilmediği Yusuf’un gözleri;

“Aşık”a ayân, Yusuf’un gözleri…

 

 
rümeysa 88(alıntı)

YALNIZLIĞIN RİTMİ

Filed under: otuzuncu harf — iedebiyat @ 10:54 am

Yalnızlığın bir ritmi vardır.

Tıpkı arabesk bir şarkının en düşük ritmi gibi.

Tıpkı kalbimin atışlarının ritmi gibi.

Sert bir rüzgarla başladı bu karamsar dünyam.

Yüzüme vurulan bir tokatla başladı yüreğimin sızısı.

İhanet en sert tokat oldu yüzüme çarpan.

Ayrılık, sonu oldu mutlu olan sevinçli günlerin.

.. Ve tek bir bakış öldürdü dudağımdaki tüm tebessümleri ..

 

Kaç zamndır gözyaşı olmayan bir gecem geçmedi. Özledim, geleceğe dair renkli tablolar çizerek uykuya dalmayı. Sonbaharda dökülen yapraklara bile özenir oldum. Eskiden gördüğüm mutlu rüyaların yerini puslu ve gürültülü kabuslar aldı.         Anlatmaya çalıştığım fakat anlatamadığım bu halimin tek sorumlusu, sadece bir tek kişi.

O iyi olan yanlarımın katili.

O alnımın isyan dolu çizikleri.

O siyahlara ram oluşumun tek sebebi.

O kalbimdeki kırmızı gülleri simsiyah alevleriyle yakan, yüreğimin bu dünyadaki cehennemi ! ..

 

Yalan ile tanışmam onun sayesinde oldu. Ömründe yalan söylememiş dil, onun için haykırdı en büyük yalanları. Ayrılık vaktinde söylemiştim, ağlamam ben dayanırım bunlara diye. Yalandı hepsi. Ağladım..   Hemde daha kopmadan senden. Daha o vefasız ve uğruna canım feda gözlerinden çevirmeden gözlerimi. Yıllar oldu görmeyeli o gözleri. Bir bakışımı lutfedeceğim ama karşılığında hiç sonu gelmeyecek şekilde sonsuza kadar her saniye benim için ölecek, dirilip dirilip tekrar öleceksin desen, o bir bakışın yanında bu isteğin, senin için yapabileceklerimin bir tek zerresini oluşturabilir belki.  Gidişin ile üzerime çöken bu yalnızlığı senin aşkından daha büyük bir aşk örtebilir sadece.

Beni bu dünyaya bağlayan şey, seninde bu dünyada olmandan başkası değil. Bilsemki öbür aleme yürümüşün koşarak kucaklarım ölümü. Ne güzel bir düğün olur o gün ölüm ..

Yalnızlığımın içinde nokta kadar bir umut kaldıysa, bu dünyada o da bir gün belki olurda çıkarsın diye karşıma ..

Sınırlı kelimelerin hududunu sınırsız duygularla aşamıyorum. Bu yüzden içimde kalıyor anlatamadıklarım. Yani içimde kalıyor dışa vuramadığım yalnızlıklarım. Yinede anlatmak uğruna yapılan bu çabadan anlaşılana göre, varsa eğer ben bu yalnızlığın ve kederin daha alasını yaşadım diyen,

gelsin ellerinden öperim,

gelsin ve aşkı öğretsin bana,

gelsinde bir son versin bu alev alev yanan cehennem gibi yaralarıma.

 

Gel, her kimsen .

Eğer varsan ve gelebileceksen acele et.

                                       Zira bitmek üzereyim …

muhammet acar

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.