KALEMİN GÖZYAŞI

Ocak 25, 2007

ASREVYA III

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 2:51 pm

Susmaktan çok yoruldum. Artık bildiğin sesler hatırına konuş dilim…

Vakit gecenin yarası… Gözümü açtım aydınlı niyetinde. Gündüzlere sığmayınca, geceyi kabullenir oldum. Gecenin en karanlık yerinden yarınlara aydınlıklar biriktirmekti amacım. Aydınlığı gecenin zifiri karanlığından biriktirmek, yarınlarıma karanlık ekmekti. Bildim; ama kulak ardı ettim. Ve geleceğimin portresine kara bir çerçeve biçtim.

Bir ölümün ardından tutulan yaslara hep siyah eklenirdi. Ölü siyahla uğurlanırdı. Ben hangi yanımı öldürmüştüm, hangi yanımı her gün öldürdüm de bu denli siyaha büründüm? Oysa tüm bildiğim siyahlar aynı beyazla kurşunlanıyor. Ve cesedi hep beyazı gölgelenmiş bir kefenle son buluyor.

Bir bir yok oluyorum. Yokluğum giderek “faili meçhul”lere sığınıyor. Kalabalık bir sokak ortasından, günün en aydınlık anında vuruluyorum; ama nedense tutanaklarda sadece “faili meçhul” kalıyorum.

Pılımı pırtımı toplayıp saniyelerin gözüne çarpıyorum hece hece yalnızlığı. Saliseler geçiyordu üstümden, kruvazör niyetinde. Zamanı öldürmeye yelteniyordu içimdeki akrep. Oysa yirmi dört saatten yirmi dört yaraya ulamıştım dünyamı. Yirmi dördü de içimi yaktı…

Bir bedende bir düzineyim Asrevya. Bir ruhta bin… Oyuncaklarla yaşama gülümsemek için geç bir zaman artık. Şimdi cümlelerle oynuyor beynim. Bu oyunda hep düşüp kalkıyorum. Her yanım yara bere… Her yanım vurgun… Tehlikeli bir oyunda ölüm kalım savaşı vererek mutsuzluk diziyorum. Dizgim hatalı, harflerim kırık…

Kelimelerimin kapısı aralı… Her an yazıya dönüşmeyi bekliyor içimdeki ses. Ne konuşacak kadarım ne de susmaktan yanayım Asrevya… Kendime tek muhalifim ben. Tezatlardan tezat beğenmem kendime. Kendim varken en karşımdaki bile yandaşım olur. Bana karşı ben savaşından ölüm aklar beni. Ki hangi yanımı tutsam ölümün kucağıdır zaten. Bir savaşsa yamaçlarımdaki, biri yok olmalı biri kalmalı… İkisi de benim… Bana karşı ben… Ya ben ölücem ya da yine ben… bir yanım sadece sağ çıkacak bu mübarezeden. Ölüm ardında, ölüm tadından koşturup duruyorum Asrevya. Yok, mu musalla suretindeki kelimelerden tabut ören?

Anlamı uzun olan bir cümle bulanıklığıyım. Hangi kelime beni özetleyebilir ki? Hangi dil lisanımı konuşur?

Ne demeliydi ki içim bunca yanmışlığı üzerine? Herkese ve her şeye rağmen yalnız değilim yalanının ardına saklanıp koyu bir yalnızlığı yudumladığında, ne söylemeliydi? Onda acıyı dem tutturan hayatına mı kızmalıydı? Ya da bitmez tükenmez ağıtları mı diline dolamalıydı? Kimden başlamalıydı ağıt yakmaya? En suçlusu kimdi bozulan hayatımın? En suçlusu gidenler miydi? Gitmeyip acı çektirenler mi? Bir bilinmezlik üçgeni arasından oradan oraya savruluyorum Asrevya. Kendime sorduğum soruların bile cevaplarını bulamıyorum. Aşikâr değilim. Hafi bir ömrün kalıntılarını taşıyorum. Yine ben mi suçluyum Asrevya. Yoksa tüm konuşmalarımı çalıp bana sadece susmayı bırakanlar mı?

Payıma bir son yazılmış. Ne kadar didinsem boş Asrevya… Öyle geçti ki vakit. Sen bile kurtaramazsın artık beni. Sen bile yarama merhem olmazsın Asrevya. Sen bile…

Oysa hep senden sanmıştım acılar. Yokluğunla varlığın arasında sürüp giden ömrüme. Bir yok olup bir de var olduğunu ispatlamak adına yollara düşmüştüm. Bilmeliydim ki tüm şüpheler, tüm ispatlama düşleri varlığın olunca oluyordu Asrevya.

Asrevya!..Geç bir zaman. Git desem gitmezsin belki şimdi. Ama gel desen ben de gelemem. Her şey için geç Asrevya. Yoruldum adına düşler biriktirmekten. Harflerin kalemime dolanmasın artık… Ki adımı unuttum adını yazmaktan… Yorgunum Asrevya… Sana susmayı kabullenecek kadar… Geç bir zaman. Artık düşme satırlarıma. Ki sen satırlarıma düştükçe ben acılara düşüyorum… Ki sen yazılınca ben siliniyorum…

YAREN..

Ocak 16, 2007

ZAHMİN-4

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 8:30 am

O kadar intihar ettim ki yaşamaya mecalsizim…

Sivil kalp ağrılarımdan mızraklıyor göçmen mevsimler beni. Sığmıyor sükûnet pencere önü bekleyişlerin zamansızlığına. Boş bırakıyorum haykırışların karalanmamış karelerini. Teni paslı kuyulara terk etsem utancımı dirilir mi kimliksiz uyur-gezer ölüler? Lâhitlere gömüyor sahte acıları benimseyen kadınlar kirli camekân yüzümü. Talan meraklısı eylül teğet geçmiyor aşka kıymadan. Pinti bir ecel kaplıyor dargın mezarlıkların killi toprağını. Ey zahmin! Ateşkesler durdurur mu gitmelerini? Ayrılık aşkın hedonistliği değil de nedir? Gözlerindir gecenin mahremiyetine sığınan kutsal cümlelerin ışığı. Öte yanı yalnızlık kadar çığlık kirpiklerinin. Beri yanı aşk kadar uçurum ellerinin. Gelsen içini karanlıkta kalmış kelimelere batırarak kaç susmayı göze alabilirim ki zahmin?

Budala aynaların önünde kendini dökme seremonileri düzenliyor sonbahar. Kış göğsüme saklanıyor. Ölmek için susmayı bekliyor beklediğim sevinçler. Kutsalı katlanıp raflara kaldırılıyor aklanmamış maktul yanıma yaslanan tebessümlerimin. Suları sağır sensizliğe kıyıp bir avuç deniz getir, diz üstümde ısrarla kanayan atlas yılgını gemilere. Tedavülden kalkmadan aşk al yokluğunu benden. Çığırından çıkmış yaslı koridorların ucuz loşluğuna uzatma bedenimi. Rengini as yüzüme zahmin. Ben senin gözlerini tavaf ederken kahrolası tükenişlerim suya iniyor. Döşümde uğulduyor sık sık yatak değiştiren uslanmaz nehir. Tecride meyilli uykusuzluğumun ensesini sıvazlıyor mülayim heveslerin rüzgârı. Defolu bu dilhun keder. Kullanmıyorum.

Yokluğundan ezberliyorum gülüşünü önce. Gelişlerinin cehennemlerine denk geliyor yalnızlığım. Tanrı affetsin kabuk bağlamayı bilmeyen tek başınalığımı.

Faili malum düşlerin ayaklanmalarını özleyerek kanatıyorum faili kim sarsıntılarımı her gece. Bu yüzden batıyor içime paslı makaslar ve sonu belli masallarda bu yüzden onaramıyorum kasvetli çocukluğumu. Erken bir ağıt gibi göğsümde sabahlıyor saçların, sızıma tekmil dağılmışlığıyla. Yakılmış bir şarkıya benziyor bu şehrin damar damar üzgünlüğü. Her nakaratta kendimi kollamaktan yoruldum. Uzak kasaba ezgilerinde harmanlanıyor fitili ateşlenmiş kavgalar. Kime varsam seyrelmemiş bir acı menfez açıyor şakaklarımda. Bütün uzuvlarımda aşk geceliyor yine ve otogar kalabalığında arkamdan avunan kız benden başlıyor ölgün hayatları tümcesiz kusmaya. Münzevi feryatlar tahayyüle sığmayan küfürlerde ıslanıyor. Şimdi uzat güneşe ellerini anne, yoksa dizlerinde solacak papatyalar.

Münferit kaygıların aleve değen ıslaklığını öperken denizin çocukları, alnımda kandan utanan karanfiller taşıyorum. Giderayak çoğalıyor esrikliğin tadı. Yalvarışların tuzu dokunuyor yaranın en dokunaklısına. Tütün dediğin de yaraya basmak içindir oysa. Kursağımda kalıyor yankısızlığı cebimde duran sesin tınısında ayağa kalkan kentlerin sarsaklığı. Dudağımda bir kurşun karası yalnızlık. Biliyorum okyanuslar yanağında durulacak bu gece, kendimi düğümlerken yüzünün kör/düğümlerine. Tenhalığından eskitiyorum adımı. Devrimin küllerinde yazgısından vurulurken eylem, her bilinç kendi kaybından mesul tutuluyor. ‘Ayıp’ diyor bir kadın, ‘Aşkı harfsizliğinden yorumlamak ayıp’. Ey zahmin! Ben babamın ölümünü görmek için büyümüştüm. Dalgın uyansada insan sefaletinden aşk kabul edilebilir bir uyuma şeklidir.

Alazına kahır düşmüş öykülerde nabzı dururken kurgusuz aşkın, serencamı muğlak kahramanlara henüz yazılmamış kırıklıkları yaftalıyorum. Terimle yıkanıyor mürekkebi kurumayan yazı. Olmamışa kasem veriyor boşlukta sersemleyen çığırtkan turna. Gözyaşı selinde arınmak mı yağmurda savrulasıya kıvranmanın diyeti? Yağmalanmış telaşların kapısında alabildiğine öksürüyor inzivaya çekilen karaltım. Bir adım sonrası kül olmak bu hicranın. Belki de kabule şayan bir eksilmedir aşk. Sahi sen kendine ağladıklarını başkalarında avuttun mu? Öykünme sensizliğe ben kadar yok olursun.

Suskunluğumun devrikebir makamında büyütüyorum ömre bedel sunulan harf kesiği ağlayışlarımı. Terlemiş bir uğultu saplanıyor kulağımın örsüne. Çaresiz sesler doluyor zamanın kendini kovaladığı düşlerime. Hazirandan kalma ıssız günlerin alacalığını biriktiriyorum kısır hayatın güncesinde, sen inadına üşüyorsun düşlerinin buz kesmiş yanlarından. Ağlama zahmin! Gözyaşından tuzlu değil kederin tadı. Meleği yanmış sağ omzum sayrık bir ölüme gönüllü şimdi. Gücüm yetmiyor hüznün göğsümü deşen karaltısının izine bile. Gözlerime sökün eden yabancılıktan yakala gidişlerimi. Bas zülfünün telini içime, daha senli kanasın diye. Severek kutsa beni.

Sen imanın aşk yanıydın ve şimdi Tanrı’ya imanımdır gözlerin zahmin.

CENGİZHAN KONUŞ
07 OCAK 15

Ocak 8, 2007

DELİ KIZIN TÜRKÜSÜ

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 9:30 am

Kalk ve sıyrıl karabasan sarhoşu rüyalarından.

papatyalara su vermeye gidiyoruz…

Mevsime terk eylenememiş zaruri kostümlerimin üzerine,bekleme odası acemiliği sinmiş.Sarıp sarmalayıp annemin eskileri arasında,eskicilere takasa saydıklarına yetişememiş, modası geçmiş tekrarlanışlarım.

Paha biçilmez benim olmaz olası nöbetleşe vurgunlarıma.

Git desem gitmezler ki bilirim.

Bakamam bu yüzden kırılgan hallerine.

Ama müsadenizle…

Papatyalar beklemez adresime varmayı koynuma dolmayı.

Papatyalara su vermeye gidiyorum…

Pencere önü mırıltılarından başkası gıdıklamaz mı mola verip yeniden başladığım kahır yumaklarını?

Her çile bir acelem,her ilmek bir yoruluşum,her renk seçimi gizli sırlarımı açığa vuruşum.

Deli kız türkü söylüyor…

Notaları karıştırdım yine.

Ezbere kayıtlarım cızırtılardan faka basıyor.Sobelenen de sen ,ebe de sen olunca,

saklı bahçelerde çiçekleri ezenlerin ayak izleri tabanımda kalıyor.

Anne…

Bana yenilerini seç mahrumiyetini hediye edeceğin yoka satılanlarımın.

Telaşa ne hacet.

Bir duvar ötenden haykırıyorum bak.

Bilmediğin gece kabuslarımı unutturuyor yanıma yaklaşmaya cesaretsiz varlığın.

Gençliğim senin dünyanda adı konmamış yeni intiharların gölgesinde.

Aynı uykulara yattığımız ama aynı olmayan rüyalara daldığımız geceler,

duymaya kör,

görmeye sağır ,

iniltilerime aldanışsız…

Sözün söz büyüyen yarınlarıma.

Annenin kaderi kıza dualarına ekleyeceklerimin ikilemleri,benim kaderim kanayan papatyalarda.

Emdiğim sütün helaldir dualarında bilirim.

Kuşlarımız aynı anda uçar ,cennette yeri konulmuş saraylarının terasına.

Sana haber olunanla nasiplenirse korkak yaratılışım,ellerim koynumda geleceğim yanına.

Duyuyorsun değil mi beni?

Türkülerim dua makamında…

Duaya aşikar yaratılmış ellerim,nikotin kokuyor.

İçime çekiyorum en uçtan tutuşan yangınlarımı.Kim ne derse ona dost olamayan dostluklara kanıyorum.

Doğrularım eziliyor,kurallarım boyun büküyor,

köşe başlarında nöbetleşe ağlıyorum.

Yorganımın altında sakladıklarım kilometreler aşıyor,yanlış otobüslere biniyor,ölülerin gözlerinde sönüyor…

Ama çiçeklerim hiç solmuyor…

Harlanmış soba sıcağına sığınmak nedir bilir miyim?

Kederlerle alevlendirirsin,korkularla gelecekte olacakların bilinmezliğine dalarsın.

Böyle miydi süslenen hatıra netlikleri…?

Yaşı başında unutma nöbetlerine tutulmuş, bir ayağı çukurda yaşam çiziklerim.

Aynaları kırdım,sokak çamurlarında aksime bakıyorum pisliğe aldırmadan.

Ama arkamdan papatyalar hücumda.

’renklerimiz bu kadar gerçekken ardını dönme misafirliğimize ‘diyorlar.

Bekliyorum…

Fallar açıyorum kimselere gözükmeden,onları kucağıma dolduracak geciken ellerin beklentisinde.

Sahneye buyurun.

Ben söyleyeyim ,siz tamamlayın türkülerimi.

Bir kere olsun tıkamayın kulaklarınızı olur mu…?

DELİ KIZ TÜRKÜ SÖYLÜYOR….

03-01-2007

eleminaz(TUBA YILMAZ)

ZAHMİN-3

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 9:03 am

Aşk kendi yokluğunu var ederek varlaşıyor içimizde…

Nedeni bana kalan susuşun namsızlığı içimizi kötüye çıkaran. Dibe vuruyor aşkın gerekliliği için kendini hırpalayan acının mürekkebi. Ben solcu gibi duvarlara karşı ağlarken gözlerimin kalabalık sus’larında kodes karanlığı diriliyor. Ellerimde aralıktan kalma küf kokusu yarınların. Sök beni yaranın tınlayıp durduğu beyaz kâğıt hiçliğinin satır önlerinden, gör nasıl hıçkırıp delirecek şair o zaman. Kırılmaya yüz tutmuş kelimelerin isyanından başlıyorum kendimi aynaların pullu sırrından dökmeye. Eski bir hezimetin an be an çoğalan esmerliğinde sızlıyor yalnızlık denilen işgüzâr oyun. Ey zahmin! Bakışlarınla yüzümü mü çağırıyorsun saçlarının siyahlığına? Hiç gitmeyen nasıl gelir ki?

Bin beterim hezeyanın haykırışından da, sükûtum darp izi taşıyor anlık yakarışlara. Zamanın serseriliğinden an kaybına uğruyor nifak düşlü cinnetlerim. Ham vakitlerin güç yetmezliğinde barınırken alın çizgilerimi silen sızı, öfkeye delâlet ıslıkları boğumluyorum gırtlağımda. Kandil ışığında seyrediyorum yüzüme bulaşan karanlığı. Kırk beşlik ampullerin tafrası yetmiyor gözyaşımı sarmalayan ah’ı aydınlatmaya. İfademi alıyor kayda geçilmemiş hikâyenin geçmiş zaman suretli celladı. Tenimde kalıyor kanımın içime akmamışlığı. Ey zahmin! Al cismimi aşka çarp, nasıl olsa tarumar kıyametlerin mecazında sere serpe yokluğa uzanan benim. Acı yalnızlığın gıyabında yaşanır mı, hüzünbaz duruşlar süpürülemezken alnımızdan? Aşk senden bir alıntıdır künyemde ve hangi anlamı yüklerlerse yüklesinler senden başka anlamı yok aşkın.

Gün arkasına sızarken sensizliğin oldu bittiye getirilen ilk hecesi, yosunlu kirpiklerime ağ atıyor iyot kokulu balıkçılar. Bela hükmü taşıyor çehremin uyumsuzluğundan azade gülüşün. Kısa kalıyorum seni uzun uzun soluklamalara. Dursun ve derin derin boğulsun aşk kendinde. Giderek sıklaşan bir acı tutunuyor diz kapaklarıma. Nefesime karışıyor iç kanamalı nikotin efkârı. Tek başınalığın nöbetçisi mi sancı zahmin? Kırık bir mihraptayım şimdi. Oturup seyrediyorum kallavi hüzünle dağılan kalbimi. Ebkem kasırgaların yanağında dövünen yağmurların gölgesinde mahmurluğuna sesleniyorum sesimin. Açılmıyor feryadımın suskunluğu. Bu puslu coğrafyayı güneşin ırgatları çocuklar taşıyor, nafile sonun hudutsuzluğu için. Yıkılırken tapınak sütunları yeryüzünün üstüne bir elem dolaşıyor dilime: Saten bir tendir ölüm doğarken giydiğimiz. Tanrım, neden babalar erken ölüyor ve neden herkes kendi cesedinden sorumlu bu şehirde?

Hayatla uzlaşamayan militan kederimden tanıyor suçlarım beni. Gecenin şafağında aşk üstü yakalanırken kalbim ayet olup iniyorsun benzimin senliliğine. Saçların karda yıkanırken soğuk ülkelerin ayazına yaslıyorsun ömrünü. Kibrit kutularına yığılan bungunsuz yangınların islenişini çekiyorum ciğerlerime. Sana şiir olmak için katlediyorum bütün şairlerin şah damar şiirlerini. Ne çok aynısın yüzümle. Bakma bana öyle zahmin! Avazımın benden çıktığı kadar susmak için harap denizlerin durulmasını bekliyorum. Pişman gemileri bekliyorum içimden gitmek için. Üstüne alınma notası felç şarkıların kristal kanamalarını. Çünkü üstü hep bende kalıyor zifiri hayallere müptela gidişlerin. Dar zamanlara rastlasada aşkın hayattan arta kalan anları, oyala gözlerini ne olur. Bir yanı doludizgin yaşamaksa da diğer yanı ertelenemez sondur gözlerine bakmanın. Ölebilecek kadar sensiz değilim daha.

Fikr-i delilikle yıkarken tuvâllere resmedilemeyen ürpertimi, toplu katliam merasimlerimde buluyorum can sürgünü bedenimi. Melekler solumdan atlıyor uçurumlara, tamamlamak için yokluğunun eksik harflerini. Iska geçebilseydi rüzgârım saçlarını belki intiharı fermanlardım benliğime. Belki çığlığımı düğümlerdim kirpiğinin en avuntusuz yerine. Bir masal bulup kaçabilir miyim kendimden sen uzağına? Aşkın çıplaklığına kaç yalan sığdırılabilir ki? Şımarık mevsimlerde biteviye kavrulsa da hicranım bendesiyim güle vuran sevdanın. Göğsüme dağ gibi yuvarlansa da fırtınalar aşkının ölmezi benim. Kıyamet alâmeti şimdi avuç içi sıcaklığının bu katran karası gecede beni terk edişi.

Ömür kaç nefeslik hayat eder aşk için? Sen imanın aşk yanısın zahmin…

CENGİZHAN KONUŞ
07 OCAK 05

Aralık 28, 2006

ZAHMİN-2

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 10:03 am

 ZAHMİN-2

Adının baş harfindeyim, ‘f’ tipi yalnızlıkta…

Adından başlayarak sayıyorum ölüme kaç adım kaldığını. Sara nöbetlerinde sarsılan bedenim düşüne yatılmaz intiharlara kalkışıyor. Ceplerimde bir yangın ertesizliğine zerk edilmiş kanamalı  günahlar. Ey zahmin! Aşk, iki deniz arası çırpınışların uykusuzluğunda yapayalnız kâbuslar görmek belki de. Sonrasına geç kalınmış hayatın iz bırakmamışlığında kaybolan hayallerimin yolu darağacına çıkıyor zemherilerde. İki büklüm rüyalarım. Bana sebep, bana ziyan atalarından miras gülüşün. Kaç durak sonra bitecek otobüs gürültüsü boyunca uzayan gitmelerin?

Hıncımın saçlarını tarıyorum esaretin ensesinde ispiyonculuğa soyunan lanetkârın yol’suzluğuna dikenli teller batsın diye. Sevmekten yargılı bir sonbahar düşü gibi gelip duruyorsun saçlarımın rüzgârına. Muammalığı tutuluyor gecenin ay dolunayken. Olmamışlığım zamanın karabasanlarına sığmazken içimden dehşetini kabullenemediğim hüzzam ağıtlar geçiyor. Seni duymak için sağır ediyorum iç denizleri dalgalandıran fırtınanın türküsünü. Duası devşirilmesin aşkın. Ruhuma uzanan nefesine göm beni. Yüzüne sar güzelleşeyim diye. Avuç içlerimi yokluyor güle har sıcaklığın. Kaçsam kaç sen sonra terk eder gözlerin beni? Eceliyle ölmeyen turnalar ayaza vuruyor haykırışlarını. Kaybediş turnaya ecel midir zahmin?

Arkandan ağlayan susuşlarımı galiz sancılarla ve sensizliğin karşı koyulmazlığıyla alazlıyorum. Dokunduğun yerleri bana uçurumlaşıyor tenimin. İçim aşkın yas renginde. Kime çarpsam ihtilal sorumlusu kalbimi ve hangi yağmurdan erken uyandırsam gözlerimi, yenilgiyi kuşanıyor ömrüm. Sevdalı yanlarım derme-çatma uykulara yaslanan. Sol bileği aşktan kesik bir sürgünlük benimkisi, inadıma acının sırtına yol alan. Asaletini kurşun rengi toprakların üstüne yağdıran, kalmaktan yorgun düşen bu aşk benim. Durup durup ayrılık biriktiriyorum akşamüstü kanayışlara. Ensemizden mi üflenecek sur, kabzedilmeden evvel düşlerimiz? Bu sensizlik seansları hiç bitmeyecek mi ve ateş sonrası külle yıkanır mı ´kirletilmiş aşk’ dediğin?

Yitirdiğimiz ne varsa şimdi hepsi mayınlı bir duruşla sınıyor beni. Harf harf eksiltirken alın yazımı silinmişlik, ben doğruları söylüyorum ama yalan kalıyorum hüznün şahitliğine. Başkasına aitliği ispatlanamamış aşkın kötürümlüğüne jurnal dururken çehren, siyah bir uğultu yokluyor kahrımı. Recmedilmeye yatırılan kalbimin günahkârlığı susuşundan belli. Ah bu ben! Mazeretleri çürüterek aslını günbatımında hecelemeyi öğrenemedin. Çek kokunu yalnızlığımdan, boğuluyorum. Sana ihanetten öldüğümü gözlerine duyurma zahmin!

Uyu ve rüyama kahırlansın hasır altı edilen gözyaşımın tuzu. Ömrümden uzun acılarım var benim, ucu babama çıkan. Sen uyurken hiç ağladın mı? Kendine kör kalmayan aynalarım kırıldı, döküldü sırrımın sahtiyanı yüzümden. Sınanmamış hayatın denenmemiş intiharlarıydı solukladığım. Ruhumun tanrıçası yalnızlık ısıttı bileklerimi kasım akşamlarında. Miraca kalktı kuşlar karanlık aldatırken kan hevesli soyumu. Yusuf gömleğini yırtsın şimdi Züleyha diye…

Sensiz olamayacak kadar sen dursam da kaşlarımın çatıklığına… Sevilmenin öznesi hep sen olsan da, yüklemi uçurum bu kan revan cümlenin. Gelme, iade-i taahhütlü değil yokluğun.

Geleceksen, kalbimi sensizlikten arındırayım öyle gel.

CENGİZHAN KONUŞ
    06 ARALIK 25

ZAHMİN-1

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 8:06 am

ZAHMİN-1
             
Bu acıya bu kadar şiir fazla…

Aşkın eşref saati… Kanımı yalayıp içime biriken suskuların hayalet cümleleriyle konuşmaktayım. Yitirerek susan ve kıyasıya tükenen sensin. Belki de sesimin ucundaki kundaklanmış ceset bundan. Ucumu kaybediyorum gözlerimin önünde git gide; aşkı bir daha yitirmek adına. ‘O’ şehrin boğazıma iliştirdiği ünlemleri yutkunarak saklanıyorum senden. Sense kaçtığım şehirlerin griliğini teneffüsleniyorsun. Bensizliğin gözlerinin içine kendini yoklaştırırcasına bakarak, benden yüzleri soru işaretli anlamlar türetiyorsun. Tırnak diplerinde affedilmez yanılgıların külleri… Pişmanlığın önce İstanbul’dan başlıyor seni cümlesizleştirmeye. Ne kadar da cesaretli yalnızlıkların… Beni yalnızlığına terk ederek gidiyorsun, senin yalnızın olacağımı bile bile. Bakışmalar arası korunaksız bir kimsesizlik aramızda gelgitlenen deniz. Ey zahmin! Sensizlik sana niye benzemiyor? Terk-i kalbe süslenemeyişim aykırılığa utangaçlığından mı? Zamanın varsa sensizliğe, gel…

Usanılası hayatlara başkalığı naçarlaştıran sancı yüklü duruşlar ilikliyorum. Soluğun ciğerimde duraklıyor. Aklımda içime savrulan saçlarının kıyameti. Saklanışlarım kendime sobe ancak biliyorum. Sana bakarak eskittim yüzümü, söyle şimdi hangi acının ağrılı kahkahasızlığına çıkar yüzüm? Kim çevirecek beni kaldığım yerden? Ey zahmin! Ağlamak yüz kızartıcı bir suç aşkın yırtılıp durduğu satır aralarında. Peki, cümle sonları sensizliğin kör bakışlarına çıkan yazgının alfabesinde ölmekte mi suç? Selam olsun dağlar gibi hasretine. Kalbime giyiyorum aşkı delilik gömleği diye zahmin. 

Yüzümüzün akının geceye yakıştığı gibi yakışıyorduk aşka. Gözlerim içine emanetti. Aynı cümlenin içinde acıya haykıran sessiz harflerdik, kursağımızda kaldı dipnotsuz hikâyemiz. Yüzün dünden kalan bir anı mı olacak kederime? Gittin, bari bunu şarkılara söyleme ve beni bekleme, gelemem. Yokluğunla avunmaktayım. Ey zahmin! Şefaatin kalbin dileğince ağlayan aşka olsun.

Yakın bir ağrısın. Uzak duruyorsun aşkae yakınlığıma. Ben sana hayata devrik düşmeyen düşler büyütüyorum kefenimin iç cebinde. Aramızdan körkütük aşık şarkılar geçiyor, sen görmüyorsun. Sana dokundukça islenen gözlerim cana bela bakışmaları yükleniyor. Ama ayrılıktan gayrı her şeye küsüyor, sigaranın dumanından şakaklarıma savrulan efkâr.  Saçlarım boyu uzuyor hayatsızlığıma çarpan çehrenin beyazından yayılan hüzün. Ellerinin az ötesinden kırık nakaratlar yuvarlanıyor gülüşüme. Bu acınılmayası acıya kahır dolu şarkıların notaları çok ağır değil mi zahmin? Kaldır aşka cevaz taşımayan yangınları kalbin üstünden ve sus sükût, içimden aşk geçiyor. Ah kalbim, düş içimden. Ayrılığın ayak seslerini duyuyorum, bende sana yer kalmadı. Topla kendini kalbim! Miracına vurulduk aşkın.

‘Dur gitme’li ağlayışlar yanaklarıma yuvalanırken, bana yetişemeyen aşkın karanlığını yokluyor çifte minareli camîlerin göğü. Saçlarım değiyor ıslaklığına, esriyor martıların gözlerinde kanayan çığlıklar. Uzun uzadıya göğsümü deliyor hasretin. Çiğneyip geçiyor vapur soğukları beynimin narkoza yatan İstanbul suskunluğunu. Kuşlar, asın beni kirpiğimden bulutlara ne olur. Kin tutuyor yaramı çoğullaştıran mahkumun tel örgülü yakasından. Eskiye çalan fırtınalı bir lanetin uğultusuna öykünüyor dilim: ‘’Dile verdin ya hatırımı, bozdur bozdur harca’’.

Kan kaybı az geliyor efkârı tütün molalı aşk zayiatına. Yarınım dünden heder. Sana şiir yazmak gelmiyor içimden, içim sana şiir değil mi zaten? Nefesin uzanır mı yine kimliksiz kalmış kirpiğime, yakmak için arkasına tufan yığılan gözevimi?  Bir sigara yakıp ciğerimi küllemeliyim hüznüme karşı. Yatırıp seni dizlerime, uyutmalıyım yokluğunu bir kanama boyu. Sende eğ başını rüzgâr, kalakalma yazılanın koynunda ıpıslak.

Ey zahmin! Ötesi sen, berisi aşk… Nasıl çıkarım bu yalnızlığın içinden? Ben şehadet ederim ki, gözlerin ölümden güzel…

CENGİZHAN KONUŞ

Aralık 26, 2006

KIR(IN) KALEMİMİ

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 10:28 am

KIR(IN)  KALEMİMİ… 

Kendi sonumun önünde diz çöküyorum.Arsız suretimi koydum,çökmüş omuzlarımın yük bilmez güçsüzlüğüne.Taşıyamadıklarını,bakışlarımı kaçırdığım aynalarda aradım.Baktıkça kaybolan yalancı lisanlarımın tüm harflerini kaldırdım hafızamın karanlığından Kayboldum… 

Bakamadığım yüzsüz yüzlerden en öne kendi adımı çıkardım.Suçlu ararken kazanamadıklarıma,boğazımdaki eller kendi sıcaklığım.Tanıdım…  Her bir adımım şahit tutulurken mizan meydanlarında,Şehrimin sokaklarında yankılanacak en kutlu peygamber soyuna yakışmayan sözde kalışlarım. 

Neydi…?kimdi…?nereyeydi…?Tıkanacak boğazıma  düğüm düğüm zehir sunarak.Tıkanacakta,aynalardan silineni nerde paklayacağım…?Acı bir pas kokusuna aşikar derken inanmadığım kirli yansıması duvarlarıma vurmuş yüreğim,sıyrılacak soysuz yalanlarımdan.Kaçıncı tükenişin liste başı oluşu bu tekrarlanan.Yenilgileri tekrar etme seanslarımda hiç arkama bakmamış mıyım ki,varoluşta etime üflenen cismaniyetime bu kadar korkak kalmışım. Mübaşir bağırıyor ismimi avaz avaz.Ar ederde çöker bir duvar dibine diye beklediğim B-E-N ,neden hala savunma telaşındayım…? 

Gereği düşünülmeden,bilinmezlik ve tutarsızlıklara mahkum ettiklerimin bende kalan hesaplarını kesiyorum.  Ebediyete kadar kendi biçtiğim simsiyah feracelere saracağım bedenimin her yanını.Son yolculuk entarim,beyazlar diye deftere geçilmişken,hangi aklık yaraşır bu toz dumana karışmış zahir ömrüme.İyi ki soysuz intiharlarla tüketmemişim hakka layık gördüğüm kirli düş yanıklarımı.Cezamı noktası koyulmuş dolap diplerindeki hükümlüler arasına sızdırırken,müdafamı kabul buyurun benden uzak kalmış ben-deliklerim. 

Bu defa seferi beklemeden iniyorum gemiden.Bitiyorum.Kır(ın) kalemimi…       22 aralık 2006(buza durmuş bir kış gecesi)                                                       

                                          eleminaz

Aralık 19, 2006

Akşam^maşkA

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 8:07 am

Yine bir eylül akşamında  kalbimin tartısına düşmüştün, güruhunla beraber, diğer tarafına bir şey koyamadığım için kefesinin, galip gelmiştin yüreğime…

Sen olmuştum senle dolmuştum tahammülsüzce,yüreğime yeni bir ritim tutturmuş, dudaklarıma ıslık dokundurmuştun, yüzüme de tuhaf bir tebessüm…
 
Bir mutluluktur kovalıyordu  peşimden şu sıralar, bense bir martının kanadına kondurup yüreğimi, denizlere salıyordum, gözden kayboluncaya dek arkasından bakıyordum, gittiğinden emin olunca, arasına dönüyordum yetim bıraktığım hayatımın, sanırım mutluluktan kaçıyordum…
 
 Her günbatımında sahile inip tekrar yüreğimi bekliyordum sözleşmişçesine,  her akşam aynı saatte teslim alıyordum onu, sabahında firarisi olup uğruna yüreğimi yolcu ettiğim mutluluğa, akşamları garip bir telaşla,  ürkek ama içten duygularımı da alıp avucuma, koşuyordum yeniden…
 
Ben duygularımın girift uçurumlarında sevmemeliydim seni, nedense bu şehrin gündüzleri benim uçurumlarım oluyordu hep.

Akşamları düştün kalbime, akşamları düşürdün, şimdi bırak akşamları seveyim seni derin ve sessizce…

İRFAN

Aralık 18, 2006

ESVÂRA

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 11:50 am

 “Sus” hükümleri giydirildi sevdanın sen taraflarına…
Acımadılar! Kurak bıraktılar dudaklarının isyan kızıllığına.
Ve şimdi tüm mavilerimi soyunuyorum gökyüzünden,kalsın uçukluğumun yasaklı dili kararmış sayfalarda. Söylenmemiş cümlelerimi de koyup zulama gidiyorum bu şehirden. Bilesin bu son demdi! Bir daha söylemem; bitti gözlerimde yağmur mevsimi…
Bir düş bozumu daha ekledim ömür denilen yap-boza…Ah Esvâra! Bilir misin kaç ölüm yeter “ikimiz” olmaya? Bu kaçıncı bozgun sevdam,kuramadığım kaçıncı hayatsın avuçlarımda…

Payıma hep imkansızları biriktirmek mi düşecek gözlerini sakladığım yastık altlarında? De hele hazan yüzlüm,susma! Ölüme kaç kala “mahrem” diye yazacaklar seni toprağıma…

“Gaybana geceler”in esaretini yaşıyorum kaldırım soğuğu yokluğunda,parmaklarına yoksul kalıyorum. Yalnızlık yakamoz yakamoz çarpıyor ayaza kesmiş soluğuma. Kalmadı gücüm bilesin;sensizlik vebali ağır düşüyor boynuma ve kendi kendime yeniliyorum usulca!. Gündoğumlarımı bıraktım yanı başımdaki suya ve günbatımlarına çevirdim yüzümü..Hüznünü benimle yıka sevdiğim! Senin için ağlıyorum..Sen sakın ağlama!

Geceyi yaftaladım biraz önce, penceremde bekleyen karanlığa. Uykular yasak gözlerime ve tenin İstanbul kadar haram kılındı tenime. “Yastığındaki uçurumdan düşsem bir gece; karanfil kokan ellerine” diye düşlerken; parmak uçlarımla kefenimi göndermek düştü hisseme. Hadi sevdiğim benim kadar tutkunsan ayaklarımın altına düşürdüğün hüzünlü karanlığa, durma! Göm gölgemi saçlarının damla damla yağmur kokan hazan karasına. Belki o vakit aklanır zifiriliğim ve belki af çıkar o zaman yasaklarıma…

Ah sevdam!
Çıkarsan sandukandan günahkar sözcüklerini,savursan sağırlığıma harf harf! Çözülür belki dudaklarımın “sus” mührü. Gör o zaman avaz avaz ayazlığımı; duy! nasıl yağarım sesine türkü türkü ve nasıl yanar yeryüzü o zaman gör…

Uslanmaz yaram!
Sen böylesi namahrem yazılmışken kirpiğimde salınan düşlere; ben böylesi düşerken yastığına gömdüğün düşlerden, bu şehirde durmamı isteme benden.

Gidiyorum!
Biliyorsan susma:
“Bir hayat, kırılan kaç düşe denk gelir Esvâra…? ”

                                                       

                                                        17.12.06

——————————————————————————–
Yazar : kaptan_67

Aralık 12, 2006

MASALLARDAN KAÇIYORUM,ASLIMI OYNAMAK İÇİN

Filed under: Denemeler — iedebiyat @ 1:27 pm
Bir sayı daha düşüyor sıfırlanmış ömrüme. Bir yıl daha büyüyorum kendime… Uçurumlara sürgün ediyorum düşsel kırıklarımı. Varlığımın üstünden bir yıl daha geçiriyor zaman. Yokluğuma bir adım daha yaklaşıyorum.Kendimden kilometrelerce uzağım. Kendime tam zıt yönde yabancı… Acı bir mutsuzluğun ortasından ellerim. Kurtaramıyorum… Ki kurtarmaya kalksam tüm acı mutsuzluklarda bulunur parmak izlerim.

Yeni düşler büyütüyorum. Düşlerimi katledenlere inat… Masallarda büyüttüğüm düşlerime küçük gelenlere inat. Şimdi tüm masallardan kaçıyorum, aslımı oynamak için. Mutlu sonla bitmeyecek hikâyemi masalsı düşlerden gerçeğin içine hapsediyorum. Yine varlığım büyüdükçe yokluğumun sığınağına ilerliyorum.

Yeni bir gün doğuyor penceremden içeriye. Bense hep beklenenlerin gelmeyeceği öğretisi ile acı damlatıyorum içime. Önceme ve sonrama ağıtlar yakıyorum harf diliyle…

Yalnızlığımın çözülmesi zor denklemleri içinde boğuluyorum. Hayatımda, hep çok şey sandığım insanların “hiçbir şey” oluşunun yükünü taşıyorum.

Yine doğuyorum… Ve yine sen olmuyorsun… Beni anlamıyorsun… Büyük düşlerime küçük geldin “anne”. Büyük düşlerimin altında ezildin…

Baştan aşağı ölüme boyanmış bir doğumun failiyim. Doğdum mu öldüm mü anlayamadım. Sade bir susuş kadarım şimdi. Solmuş bir güz yaprağı kadar bitkin…

“İyi ki doğdun”lara sığınmıyorum. İyi ki sini keşfedemedim henüz ömrün… Bir yıl daha büyüyorum. Bir yıl daha küçülüyor içimdeki neşe. Bir yıl daha satır arasına sıkıştırıyorum hayallerimi.

Binlerce salisenin üstünden geçiyorum. Gidiyor giden, göz yumuyorum. Zincire bağlı özgürlüklerin yamacındayım. Bir ayağım kaysa düşeceğim mahkûm cesetler üstüne. Tutan olmayacak bedenimi. Yine doğduğum gün öldüm bileceğim. Yanlış hayatlardan doğru bir son yazacağım günlüğüme. Günümü pembe düşlerle boyayacağım. Kara kâbuslar üstümden geçecek biliyorum. Kara mürekkepler yüzüme sıçrayacak, tüm mutlulukları kara görmem için.

Kurtarın asimile olacak dünyamı!

Yine yabancı dünyaların içinde bulunuyor yerim. Yine yalnızım, yine…

Tanıdık bir ses değil geçmişim. Rüyalarımda bile yer bulmayan, bana uzak yüzler. “anne” sen bile tanımadığımsın. Yüzün sisler içinde kalıp kayıpları oynuyor benim sahnemde. Sana düşen bir söz yok, susman için girdin dünyama. Terk etmek için çaldın kapımı.

Yabancımsın… En tanıdığım olman gerekirken; en tanımadığımsın… Bu gün doğum günüm “anne”. Söylesene aklının bir yerlerinde var mıyım? Hayatına almadığın yabancı bir yüzü hatırlar mısın?

Koyu bir unutkanlığın ellerini tutuyorum. Seni unutmanın eşiğindeyim. Bir yıl daha geçiriyor zaman üstümden ve bir kez daha düşüyorsun gözümden…
Bir yıl daha üşüyorum yapayalnız… Bir kez daha doğduğumun ölüm yamaçlarında farkına varıyorum. Bu gün doğmuşum meğer diyorum… Bu gün doğmuşum meğer… Nice yıllara hüznüm… Bende olduğun müddetçe usanmadan büyüteceğim seni…

——————————————————————————–
Yazar : Yaren

Sonraki Sayfa »

WordPress.com'da Blog Oluşturun.