KALEMİN GÖZYAŞI

Mart 27, 2007

MORGUN SON DELİKANLISI

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 1:31 pm

Mart 19, 2007

FERHAT KALENDER/MORGUN SON DELİKANLISI(üç vakte kadar)

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 10:04 am

yazar hakkında;

1966 yılında Trabzon/ Vakfıkebir’de doğdu. İlköğretim ve liseyi Samsun’da Tamamladı. 1992 yılında, Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Tarih bölümünü bitirdi. Diyarbakır, Elazığ ve Samsun’da değişik liselerde görev yaptı. Üniversite döneminde ulusal çapta yayınlanan Gelecek Dergisi’nin yayın danışmanlığını yürüttü. “Taş Çocukları” adıyla üniversite gençlik dergisini çıkarttı. Halen Samsun’da yayınlanan ve ulusal yayın olan kültür dergisi Yolcu’nun genel yayın yönetmenliğini yürütmektedir. Samsun’da kente özgü yayın yapan “Kent Kültürü” Dergisi’nin editörlüğünü yürütmektedir. Bir çok ulusal dergide alanıyla ilgili makale çalışmaları, öykü ve denemeleri yayınlandı. ‘ Gelişim sürecinde Avrupa Birliği ve Türkiye’ isimli derlemesi yayınlanmış olup iki adet deneme kitabı üzerinde çalışmaktadır.

Ocak 26, 2007

VE YOLLARINDA ÖRTMÜŞTÜM SAÇLARIMI İSTANBUL

Filed under: yenilgi.com — iedebiyat @ 7:43 am

Kırışık çığıltılar,devrik bestelerin takırtısı kök salmıştı çamurumda

Tabutumun diz çöktüğü yabani yol, ahdimin yılgınlığıydı.

Ve Sen İstanbul!

Köprü köprü , kemer kemer yürüyordun kanı deli ırgat çocukluğuma

Demir attın bana İstanbul, kemirdin slogansı kalabalıklığımı…

Plastik umut salgılayan oyuncaklar savaştırılıyordu avucumda

Ve sen İstanbul!

Sıyrılıp hışmından ana kucağı gibi filizleniyordun bağrımda.

Aşka vedaların önüne geçip yalan harfleri bir bir idam etmek yürek davalarında

Kapı tokmağına destansı sevdaların mührünü vurmak; günahlarımdan arınmak adına.

Ve gürlemek, velud göğsüne yaslanan siyah çelenkli , hayın bakışlara

Yağız duvaklı korkularına çığ gibi kükretebilmek kahrımı!

Sebebimdir İstanbul bunca yangının onca hıçkırığı…

Ve Sen!

Körpe yumruğumla gömüldüğüm Vefa’msın.

Ölümü deşip diri surlarını giyindiğim diyârsın!

Yalın ayak , kirpiklerinde süründüğüm ân , beni anlarsın

Teneffüssüz kalır hüznüm İstanbul!

Ya Bâb-ı Kız Kulesi’nde prangaladığım sırrım…

Ketum hasretimin yıldırımlarını rahminde taşır mısın?…

Ağlarsan , göz yaşlarını yüreğime damıtır mısın İstanbul!

Ve bir ah…

Gül-diken mahkemesinde mihribanî dudaklarımdan bengisu fışkırtabilsem

Mahbes yokuşlara,maskeli suretlere utancı tükürsem ve mâbed diyarına göçsem

O diyar “Sen” olsan; dingin, iffetli nağmelerinin hıfzında tütsem…

Ve sen gitmesen benden İstanbul!

Gitme Sen…

Senle yaşayıp, senle ölmeye, senle “gül” bitmeye hükümlüyüm ben!

Ve yollarında örmüştüm saçlarımı İstanbul!

Mahşere saklamıştım sancılarımı…

Bırakma beni…

Ne olur “gitme!”de…

20-24 Nisan günleri / 2006

Kaynak : Hatice Algın

ISSIZ HAYALLER

Filed under: yenilgi.com — iedebiyat @ 7:34 am

..susmayı tercih eder yüreğiniz

kelimelerin kaynağı harfler bile kayıptır

kayıplığınız nisbetinde,

tek kelime dahi çıkamaz , çığlıklar altında ezilen yüreğinizden,

eskitilmiştir yaşam

bağıran bir notanın inlemesidir içinizi yakan

notalar neden bağırsın ki diyerek

size yakıştırılan , size yapıştırılan ve sizin kaçtıklarınız

kaçtığınız ölçüde içine düştüğünüz

tadına alıştığınız güzellikten mahrum edişiliniz

hayatın kısır döngüsünün omzunuza insafsızca bıraktıkları

sizi anladığını söyleyenlerin sizi anlamadığı bir dünya…

evet buydu ,

aradığım noktadayım dediğiniz anla kaybettiğiniz anın cenkinde yaşadığınız yaşamsızlık

nefessizliğinize eklediğiniz ıssız hayalleriniz

ve ürktüğünüz sonlar

muaamma yaşamın can damarımıydı yoksa

ya da yaşam bunu hakediyorsun diyordu

hep güçlü insan çizme çabanız da bir kamburdu aslında;

yüreğinize, aklınıza dayatılmış bir kambur

ve ezildiğiniz kimliğiniz

dağların laf dinlemez yalnızlığıda yoktu

duvarlar , dağlar, balkon aralıkları belki de hepsi sonsuz bir boşluğa açılıyordu

acıydı ellerinizden akan

acının çocuklarıydı gebe kaldığınız

acıdığı kadar acıtanlardı yareniniz

susmayı tercih eder yüreğiniz

susadıkça susmalar

Kaynak : dolunay

Ocak 25, 2007

KALBİ OLAN BİR DÜNYAYA

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 12:56 pm

Ocak 18, 2007

VAY GÜLÜM

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 12:56 pm

KIRILGAN BİR ZAMANDI/YOLCU DERGİSİ

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 12:39 pm

Aralık 25, 2006

ve söz “yolcu”nun… “biz sözün coğrafyasına inanıyoruz !!! ”

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 10:41 am

yolcu dergisi genel yayın yönetmeni sayın ferhat kalender ile selçuk küpçük’ün milli gazete’de yayınlanan röportajı…

YOLCU Dergisi 40. sayısına ulaştı. Taşradan bir dergi yolculuğunu 40 sayıya ulaştırabilmek oldukça zor bir yürüyüş. Çıkmaya başladıkları dönem itibariyle Anadolu’nun değişik merkezlerinde boy veren bir çok dergi ne yazık ki kısa sürede kapılarını kapatırken YOLCU okuru ile kurmuş olduğu özel ilişki ve ekibinin direnci sayesinde bugünlere kadar gelebildi. YOLCU deyince kuşkusuz muhalif, protest bir tavırı da hatırlamamız gerekli. Sonra geneleksel hale gelen ve Türkiye’nin önemli şair/yazar/entelektüeli ile yaptıkları orta sayfa söyleşileri.. Ön kapak ve arka kapak tasarımlarını da unutmamalıyız. YOLCU’nun en önemli özelliklerinden birisi de hiç kuşkusuz fotoğraf merkezli bir metin sunumu yapması. Kimi zaman metinlerin yanında yayınlanan bu fotoğrafların, metnin önüne bile geçtiği oluyor. Derginin Genel Yayın Yönetmeni sevgili FERHAT KALENDER ile YOLCU’yu yolcu yapan bütün bunları 40. sayılarına ulaşmaları vesilesi ile konuştuk… Yolcu Dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Kalender:“Biz sözün coğrafyasına inanıyoruz!”

YOLCU dergisi 40. sayısını çıkardı. Hiç durmadan 40. sayıya ulaşan bu uzun koşu nasıl başlamıştı, hangi süreçlerden geçti?

İnsan duruşunun öyküsü ne ise Yolcu Dergisi’nin öyküsü de odur. Yol varsa Yolcu’da vardır her zaman. Bu derginin yoldaşları sert ve kaypak bir zaman aralığında işe koyuldular. İlk çıkış tarihi 28 Şubat ‘97 sonrasına rast gelir. Ve kapağımızda aynen şu yazıyordu: “Burası Türkiye; tarih kaydediyor!” ve ikinci sayımızın kapağı halimizi daha açık ele veriyor; “ Çoraplarımızın rengiyle uyumlu değilse, değişmesi gereken kanunlardır!” Her ne sebeple olursa olsun insanın yeryüzündeki yürüyüşüne ket vuracak her türlü barbarlığı ve bağnazlığa karşı sahici bir söz duruşu sergilemek gerektiği söylemiyle hareket ediyor Yolcu. Özgürlüğü insanın kendini tanrılaştırması ve ötekini bu tanrılaştırmaya secde hali olarak gören alçaltıcı bir söyleme karşı, insanın özündeki İlahi duruşa işaret eden bil dil kullanımına özen gösteriyor. Kalbimizde bu ülke için her dem taze baharlar düşü kurma istenci hayat ve hareket noktamızı oluşturuyor. İnsanı globalizm denilen makinaştırma çağının basit bir argümanı olarak gören verili dünyanın ötesinde, özgürlük, adalet ve erdemli bir topluma vurgu yapmaya gayret ediyoruz. Sesimizi duyurabildik mi? Evet! Ses verdiğimizde bunu dinleyecek oldukça kaliteli bir kitleyle muhatabız ülkenin her yanında. Dergimiz ideolojik mi? Asla! Sistemlerin ve hatta toplumların gelip geçtiğine ama ‘sahici sözün’ zamanlar arasında sürüp gittiğine inanıyoruz. Örneğin Mevlana’nın yazıtlarının üzerinden kaç devlet, kaç toplum, kaç kırılma geçti lakin Mevlana halen Mevlana’dır. Çünkü söz zamanlar üstü bir işlevi barındırır içerisinde… Biz buna inandık böyle başladık ve böyle de sürüyor yolculuğumuz. Şu cümle dergimize yakışıyor; “Dergi; Kalbi olan bir dergi!”

Yolcu’nun yürüyüşü iki bölüme ayrılabilir

İlk sayıdan bugüne bütün YOLCU’ları inceledim bu soruları size sormadan evvel. İlk sayıdan beri aslında siz bir kadrosunuz. Bazı isimler ilk sayıdan beri sürekli varolmuş dergide. Oysa bir çok dergi ekibi zamanla dağılıp gitme tehlikesi yaşadığı halde sizi bir arada tutan bağ nasıl bir şey?

Yolcu’nun yürüyüşü iki bölüme ayrılabilir. Birinci çıkışı 94 yılına dayanır. O zamanki ekip tarafından bir sayı çıkarılmış ve çeşitli nedenlerden dolayı akamete uğramıştı. İkincisi yani benim başında bulunduğum Yolcu birincisinden gerek içerik, gerekse ebat ve söylem bakımından oldukça farklı olarak ortaya çıktı. Sanırım konjonktürün de etkisiyle olağanüstü kabül gördü tüm Türkiye’de. Önceleri bir ekip ruhundan söz edilebilirdi. Lakin her dergide olduğu gibi eğer profesyonel değilseniz ve amatör tadda kalmak istiyorsanız ‘kadro’lu hareket edemezsiniz. Genelde tek kişinin uğraşısı ile bir araya gelen bir yapı bizimkisi. Ancak aramızda vefa diye bir şey var… Uzun süreli dostlukların bir süreği… Ne kadar birbirimize kızsak, bağırsak, çatlasak da Yolcu ortak değeri var aramızda. Yolcu her sayısında farklı bir tad ve heyecanı sürüyor belleklerimize.  Aynı zamanda Türkiye’nin sahiplenmesi diye bir şey var. Bir çok insan ülkenin değişik yerlerinde kendi dergisi bilip Yolcu için bir şeyler yapma gayretinde. Bu onur verici bir şey.

YOLCU’nun muhalif, protest bir tavrı var. Kapak resimleri, spot cümleler, alıntılar, hatta görselliği besleyen fotoğraflarda bu ortada. Bu duruşunuzu hangi edebi, siyasi, kültürel kaygılar, saikler besliyor?

Bir endişeden söz ediyoruz biz. Tek düzeleşen ve anlamsızlaşan bir yaşama biçimini önümüze servis eden küreselleşme denilen olgunun, omurgasızlaştırma ve standartlaştırmaya yönelik çabalarına karşı duyarlı bir duruşa çağırıyoruz muhatabımızı. Edebi, siyasi, kültürel saikler… Bütün bunların üzerinde ‘söz’ üzere durmak. Verilmiş bir söz üzere iz sürmek. Sözün kavlinde yürümek, bize her daim korunması gereken bir öfkeyi ve isyanı salık veriyor. Modern paradigma insanın her duyusuna yönelik özenle seçilmiş illizyonlarla hareket ediyor. Yolcu kendisine has üslubu ve diliyle bu illizyona vurgu yapıyor. Olan budur diye yan gelip yatmak. Bu olanın üzerinden bir dünya oluşturmak yerine olması gereken bu mu sorusuna yanıt bulma yolculuğu bizimkisi. Sağlam sorular edindiğimizde sağlam cevaplara ulaşabiliriz diye düşünüyoruz.

Her sayıda gelenek haline gelen orta sayfa söyleşileri yapıyorsunuz. İlk sayılarda mesela Hakan Albayrak, Mehmet Efe, Gökhan Özcan, Nihat Genç gibi benim ruh akrabalıkları bulunduğunu düşündüğüm isimlerle yapılmış bu söyleşiler. 40. sayıya ulaştıktan sonra YOLCU’ya bu söyleşilerden ve genel anlamda da okuyucuya bu söyleşilerden neler kaldı?

Orta sayfada konuşturduğumuz kişilerin sözün iz sürücüleri olmasına dikkat ediyoruz. Unumu eledim eleğimi astım kabilinden insanlar değil bunlar. Özellikle söyleşileri yapan Ahmet USTA, heyecanla ve sabırla bekleyen okurlarını en iyilerle buluşturma gayreti içerisinde. Onun kıvrak zekasına, münbit ve geniş kalbine uyan kişiler orta sayfanın  konukları. Ve görebildiğim kadarıyla okur her biriyle tanışmaktan ayrı bir zevk alıyor. Derginin oluşturduğu tarzın tamamlayıcısı, çok önemli bir tamamlayıcısı olarak görüyor okur bu söyleşileri.

YOLCU’nun görsel tasarımını bir kişisel eleştiri olarak abartılı buluyorum. Yani bazen metinlerden çok fotoğraflar ilgi çekiyor, hatta fotoğraftan bir metin okumasına yönlendiriliyor belki okur. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Doğrudur. Aslında her yazıyı ya da şiiri bir kartpostal inceliğinde sunma kaygısı bizimkisi. Biliyorum ki okullarda duvar gazetelerinde, üniversite yurtlarında, öğrenci odalarında dergimizden alınmış materyallerle oluşturulan köşeler hazırlanıyor. Bu biraz da hayatı yorumlama biçimimizle doğrudan orantılı bir şey. Çarpıcı bir görsel malzeme belki de sayfalarca yazının anlatmak istediğini verebiliyor okurlara. Dergi bu anlamda yeni bir tarzı sundu yazın dünyasına. İyi bir şiir, iyi bir görsellikle sunulduğunda insanların belleklerinde daha güzel yer bulabiliyor. Biliyoruz ki fotoğrafın da kendine özgü bir dili ve anlatış biçimi var. Okuyanımızdan gelen tepkiler genelde olumlu. Fotoğraftan metin okuması bizim bilerek yapmak istediğimiz bir şey. Çünkü ilk çıkışımızdan okurumuza söylediğimiz şey bu; salt edebiyat dergisi değiliz biz. Kendimizi söz dergisi olarak adlandırıyoruz.

Sizin derginizin ismi anılınca sanırım bütün okurlarda Halil Cibran ismi hatırlanacaktır. YOLCU’nun Cibran’ı önemsediği ortada. Ekibinizden sevgili Nevzat’ın cafesinin ismi de Cibran olduğuna göre Halil Cibran’ın sizdeki etkisi, algısı, çağrışımı nedir?

Halil Cibran, araftakilerden birisi. Bir mesel efendisi. Amerikalı bir devlet başkanının söylediği gibi, doğudan gelerek, batının edebiyat dünyasını tarumar eden kalem kasırgası. Hayatı doğulu bir okuma biçimiyle yorumlayan, bunu yaparken de insan olmaklığın ortak değerlerine vurgu yapan, arındırılarak şirazesinden çıkarılmaya çalışılan akla, hikmeti, hürmeti, erdemi giydirmeye çalışan bir insan. Bir hristiyan lakin, kitapları kilise tarafından meydanlarda toplatılıp yakılan, yasaklanan. Ermiş, kitabındaki El Mustafa vurgusuyla peygambervari bir anlatış biçimini öne çıkan biri. Küçükcük meselleriyle okuyanının anlam dünyasına mütevazi tadlar sunan bir filozof. Onun mesellerinde sunduğu sükunet kalbimizi dinginleştiriyor.

Biz sözün coğrafyasına inanıyoruzYOLCU’nun aslında beslendiği düşünce geleneği İslamcılık. Ama daha geniş bir söylem alanından sesleniyor. Mesela arka kapak alıntılarınızda Pink Floyd, Brecht, Kavafis, Lorca, Neruda gibi kimisinin sosyalist olduğu isimler çıkıyor karşımıza. YOLCU’yu bu isimler ile buluşturan nedir?

Biz sözün coğrafyasına inanıyoruz. Erdemin, onurun, vefanın, aşkın ve adaletin dili, dini, cinsi vesairesi olmaz. Müslüman hikmet arayıcısı ise –ki öyledir- nerde ve kimde iyi şeyler varsa kapısını çalmak, güzellikleri hayatımıza katmak ve bunu paylaşmak isteği…

Okuyucu kuşkusuz önemli ama YOLCU’nun kendi okuyucusu ile kurduğu farklı bir ilişki var gibi. Yanılıyor muyum?

Derginin sahibi ve taşıyıcısı okurdur. Zaten ilk çıkışımızdan beri künyemizde bunu belirttik; ‘yayınlanan yazılardan okur da sorumludur.’ diye. İnsanlar söylemek isteyip de bir türlü söyleyemedikleri ‘söz’ü Yolcu’nun sayfalarında buluyorlar gibi geliyor bana. Gelen tepkiler bu yönde. Yani ‘sözün en güzelini – bu ister deneme, ister şiir, ister öykü olsun- söyleme çabamızın okurda nahif bir karşılık bulduğunu gözlemliyoruz. Şunu da belirtmek isterim ki bu ülkenin insanı gerçekten de samimi, özverili ve hayata sahici bakan bir duruşu önemsiyor. Bizim bir sloganımız var; ‘Kalbine sahip çık/ Dergine sahip çık!’ ya da ‘Kalbin kadar özgür ol; kalbim kadar tedirgin…’ Bu her şeyi özetliyor sanırım.Oradan bakınca metropol nasıl görünüyor?

Kent, insanın içinde büyüttüğü bir şeydir. Yolcu Dergisi taşra tabir ettiğiniz bir yerde çıkıyor ama sözü kentin tam ortasına ve kitabın tam da ortasından söylüyor. Kentli bir duruş, söylediğiniz ‘söz’ün ağırlığı ve bu sözü söyleme biçiminizle kaimdir. Kentli bir duruş, her şeyden önce bir medeniyet perspektifine işaret eder. Yolcu dergisi bunu önemsiyor, bunu önceliyor. Altımızda kaypak zemin; fildişi kulelerden esip savurmuyoruz. Yolcuyuz… Yürüyoruz… Adımlarımız sağlam, sözümüz sahici olmalı… Biz buna iman ediyoruz.

sözün ve kalbin sahibine HAMD olsun…
vesSELAM

Aralık 20, 2006

KAÇIŞ DENEMESİ {Eda AKTAŞ}

Filed under: yenilgi.com — iedebiyat @ 9:12 am

.a

Sen bu meçhulün faili olabilirsin sadece!

İçli türkülerden geçerken yollar

Hala diriyken tablada kül

İçimde bir gül gözlerinden ölür!

Gitmek dilerim turna kanı mürekkebimde donduğu vakit!

Kırmak isterim hatrını harın!…

İşte,

Derunumda kuyular sıralarken mütercim

Bir Yusuf dilerim, değilken Züleyha!

Aklımın bir ucundan geçerken kalbimin müstakil bahçelerine

Sen bu meçhulün faili olabilirsin sadece!

-bana kal de!-

 

.b

Sen bu seslenişin kalbi olabilirsin sadece!

Ellerimde bir demet okyanus vardı oysa!

Münferit güller getirdim sana pusat gölgelerinden!

Ölümü hatmettim kanarken gülbank!

Gördüm tuzlanmış yarada kanı

Ebabiller bekliyordu sırtım namluyla boğuşurken!

Gücenmiş yağmurlar getirdim sana çöl diyarından!

Telef olmuş yanlarım ağrıyor şimdi!

Kaç kalmak bana yeter ki?!

Beter kalsan da bu viranede

Sen bu vedanın şahidi olabilirsin sadece!

-bana kal de!-

 

.a leylim kül kaldım

.muradım yangınlarda!

.onikisiekimin

HERKES DEĞİLSİN!{Yolcu dergisi.sayı:40}

Filed under: Yolcu Dergisi — iedebiyat @ 8:24 am

Bİr vicdan ayaklanmasına doğru genişlerse kalbin/ şiir gibi yürürse ince ve narin…
Anla ki herkes değilsin!

Gel sevgilim biraz soluklanalım. Çok düştük biraz soluklanalım.
Maviye çalan bir çocuk geçsin gözlerimizden. Kara bir günü daha ifşa ettik mavilenelim.
Bir geceye daha sızdığımızın resmidir bu, bir karanlığı daha patlattığımızın.
Çok sesli bir koro orotoryomuzu yapın.
Cümlelerin arasından sızıp bulanık bir ırmakta sır olalım.

/ Son virdine yataklık yapacağımız bir derviş bulalım.Çıtı pıtı bir kente, tedavülden kalkmış ağır nefeslerle girelim. Ve kenarı çentikli bir bilboardın tam ortasına bağdaş kuralım.
Gel sevgilim, kapısı çalınmış evleri, yüzüne bakılmayan yetimleri hırkamızın altında, yüreğimizin boşluğunda saklayalım. /

Ah toprak künhüne varamadığımız rüyalar, kaç yerinden çatladı bir tohum, sis neden ellerimizden akar, hangi işaret bu kumpası bozar ve gözlerin neyin rengine çalar?
Bir geceyi daha bölelim, bir dilim sana bir dilim aç kurtlara…
Dudaklarım mühürlendi sevgilim sandım yeryüzü mühürlendi. Tenimde zahit bir ateş.
Ey aşk suretinde gelen yalan. Kocaman bir yüreğe değer gibi geçtin sokaklarımdan.
Ne kadar da sırnaşık bir heyüla göğümüzde asılı kalan güneş.
Dışın zaptedilmez harami. İçin sevgilim uyut beni.

Ruhumuzu darp eden isyan, erimez de saçaklarımızdan sarkarsa ihanet.
Cinneti o zaman sözlerinde tutuklu kalmış susuşlarım say.
Kabil emziren bir zamanla sürgit yoldaşların kahrı düşlerimizi kundakladığında bir sen bil herkes değilsin.

Ruhumuzun aynasında saklı kalan bir vahadır örgütlenmiş bu bahar.
Sen bilirsin bu kokuyu, yusuf’un zindanındaki küf, bu buğu.
Üzerimize serpilmiş kıyımdır; ya coğrafyamız talan ya da sevincimizin atıldığı bu dipsiz kuyu.
Alnımızın çatından sarkıtılmış sarkaç mahşerin tam ortasından geçip hüznümüze dokunuyor.
Ve ruhumuz sevgilim ölüm görmüş yalnızlıklara gömülüyor.

Uzatmalı bir iklim bu. Hiçbir şey kadar masum.
Buğday teninde bir sözcük düşer kalbine. Başak renginde bir  bahar çağır.
Ağlayan coçukların gözyaşlarnı çal. Sıkılmış bir yumruğun öfkesini tasdik et.
Ve öğret bana sevgilim demirin ve mizanın kavlince
Nedir sabrımızın  gergefine takılıp kalan bu ayrıksı
Bu sukunet…

Ömer İdris Akdin
Yolcu Dergisi
sayı: KıRk

Sonraki Sayfa »

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.